Resulullah efendimizin mübarek Eshabı, bize emirlerimize sövmemek, hilekârlık
etmemek, asi olmamak Allahü teâlâdan çok korkup sabretmek lazım geldiğini
bildirdiler.
Hazret-i Ebu Bekir, Şama gönderdiği bir zatla bir müddet yürüdükten sonra, o zat,
kendisine “Ey müminlerin halifesi artık dönseniz” dedi. Hazret-i Ebu Bekir,
“Resulullahın (Allah yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşi haramdır)
buyurduğunu işittim” diyerek kabul etmeyip, onunla beraber yola devam etti.
Ömer bin Abdülaziz hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ, idarecilerin zulmünden dolayı, halkı cezalandırmaz. Fakat
kötülükler açıktan işlendiği vakit, gücü yetenler mani olmazlarsa, hep birden
azaba müstahak olurlar.
Hazret-i Ebu Bekrin vasiyeti
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer’e buyurdu ki:
Ya Ömer, vasiyetimi tutarsan, ölüm gelince, senin için ondan daha sevimli bir
şey olmaz. Eğer vasiyetimi tutmazsan, elbette mani olamayacağın ölüm gelince,
senin nazarında ondan daha çirkin bir şey olmaz.
Allahü teâlânın senin üzerinde gece yapman gereken bir hakkı vardır ki onu
gündüz kabul etmez. Gündüzün bir hakkı vardır ki onu da gece kabul etmez.
Üzerine farz olan ibadetleri eda etmeden hiçbir nafile ibadetin kabul olmaz.
Ey Hattaboğlu Ömer, geride bıraktıklarıma bakarak seni yerime geçirdim.
Biliyorsun ki, Resulullah ile çok arkadaşlık ettik. O bizi daima kendisine,
ehlimizi de ehline tercih ederdi. O derece, ki Onun bize verdiklerinden
artanları biz tekrar Onun ehline hediye ederdik. Sen de bana arkadaşlık ettin.
Benim daima benden öncekilerin izini, Resulullahın yolunu takip ettiğimi gördün.
Ben asla hak yoldan sapmadım.
Ey Ömer, senin kaçınmanı istediğim şeylerin ilki, nefsinin arzularına
uymamandır. Çünkü her nefsin şehevi arzuları vardır. Onun yerine getirdiğin
vakit, daha başkasını istemekte ısrar ve inat eder. Şu karınları şişmiş, gözleri
dünyaya tamah etmiş, her birinin sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kişilere
karşı dikkatli olmanı, onları korkutmanı, kendinin de korkmanı istiyorum.
Sen Allah’tan korktuğun sürece, onlar da senden korkar. Sen doğru olduğun
müddetçe onlar da senin yolunda doğruluğa devam ederler. Vasiyetim budur.
Hazret-i Ebu Bekir buyurdu ki:
Allah’tan korkmanızı, korku ile ümidi birleştirmenizi tavsiye ederim. Çünkü
Allahü teâlâ, Zekeriyya aleyhisselam ile ehli beytini överek buyuruyor ki:
(Onlar, hayırlara koşarlar, korku ile ümit arasında bize dua ederler ve ancak
bize boyun eğerlerdi.) [Enbiya 90]
Biri, Hazret-i Ömer’e “Allah’tan kork” diyerek söylenmeye devam etti. Oradakiler
“Emir-ül müminine karşı, böyle konuşulur mu?” dediklerinde, Hazret-i Ömer
şöyle buyurdu:
“Bırakın konuşsun. Eğer onlar bize söylemezse, onlarda hayır yok, onların doğru
sözlerini kabul etmezsek bizde hayır yoktur.”
Yine buyurdu ki:
Bizim üzerimize düşen vazife; Allahü teâlânın yapılmasını emrettiği ibadetleri
size emretmek ve size yasakladıklarını yasaklamak, yakın-uzak herkes hakkında
Allahü teâlânın emirlerini tatbik etmek, haktan başkasına değer vermemektir.
Biliniz ki; tamah fakirlik, kanaat zenginliktir. Kötü kimselerden uzak durmaya
çalışmalıdır!
Hoşuna gitmeyen hususlarda Allahü teâlânın kaza ve kaderine rıza göstermeyen
kimse, sevdiği hususlarda da tam manasıyla Allahü teâlâya şükrünü eda etmiş
sayılmaz.
Benden sonra gelecek halifeye, Allah’tan korkmasını ve sahabeden güzel iş
yapanların işini kabul etmesini, kötü iş yapanlarını da affetmesini vasiyet
ediyorum.
Allah ve Resulünün ahdini de tavsiye ederim. Allah ve Resulünün ahitlerini
insanlara tam olarak tatbik etsin. Halka, güçlerinin dışında yük yüklemesin!
Seni ilgilendirmeyen işlere karışma. Düşmanından uzak ol. Emin olanı hariç,
dostundan kendini koru, yani sırlarını açma.
Kötü ahlaklı kimse ile arkadaşlık etme, aksi halde kötülüklerinden pek çoğu sana
bulaşır. İşlerini Allah’tan korkanlarla istişare et.
Allahü teâlânın emrini, ancak başkasına boyun eğmeyen, yumuşaklık göstermeyen,
tamahkâr olmayan kimse, yerine getirir. Yine Allahü teâlânın emrini ancak hak
uğrunda kendi taraftarlarına karşı öfkesini yutmayan, doğru söyleyen kimse
tatbik eder.
Hazret-i Ömer’in mektubu
Hazret-i Ömer, Ebu Musa el-Eşariye şöyle yazdı:
Allah katında idarecilerin en iyisi, emri altındakileri mutlu eden, en kötüsü
de, onların Cehenneme girmesine sebep olandır.
Kötülükten son derece sakın. Aksi halde emrindekiler de kötülüğe dalar. O zaman
senin durumun, yerin yeşil otlarıyla beslenip yağlanmayı isteyen hayvan gibi
olur. Onun ölümü ise semizliğine bağlıdır.
Hazret-i Osman, bir kabrin yanında durunca sakalı ıslanana kadar
ağladı. Sebebi sorulunca Resulullah efendimizden işittiği şu iki hadis-i şerifi
bildirdi:
(Kabir, ahiret menzillerinin ilkidir. Buradan kurtulana, sonrakiler daha
kolaydır. Burada kurtulamayana, ilerdekiler daha zordur.)
(Kabirdeki manzaralardan daha korkuncu yoktur.)
Hazret-i Ali, müfreze gönderdiği vakit, başına tayin ettiği kimseye
şöyle derdi:
“Sana Allahü teâlâdan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de ahirete
maliktir. Vazifene sarıl. Seni Allah’a yaklaştıracak olan işlere yapış. Çünkü
dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.”
Sakiften bir zat anlatır:
Hazret-i Ali, beni vali tayin etti ve şehrin halkının yanında bana
şöyle dedi:
“Vergileri tam olarak al! Bu işte, halk sakın sende bir zaaf görmesin.”
Daha sonra bana şöyle dedi:
“O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hilekâr bir kavimdir. Onlara
ait bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı
alıp satma. Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta da bekletme. Vergi olarak
aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu sözlere muhalefet edersen Allah
benim yerime seni yakar. Emre muhalif bir hareketini duyarsam seni azlederim.
Ömer bin Abdülaziz halife tayin edilince, halkın işlerinden yüklendiği
mesuliyet sebebiyle iki ay üzüntü ve keder içinde kaldı. Sonra millet ve
memleket işlerine nazar etti. Hakları sahiplerine iade etti. Vefatından sonra,
devrin âlimleri onun ölümüyle Müslümanların ne kadar büyük bir kayba
uğradıklarını, kederlerinin sonsuz olduğunu bildirdiler.
Hanımı anlatır:
Vallahi onun kadar Allah’tan korkan, Allah korkusuyla titreyen birisini
görmedim. Hayatını insanlara hizmet uğrunda tüketti. Halkın ihtiyaçlarını
gidermek için bütün gün vazifesi başında kalırdı.
Akşam olur da bazı kimselerin işi bitmezse gece de devam ederdi. Bir gece yine
sabahladı. Kendi şahsi malından olan kandilini yakıp iki rekat namaz kıldı.
Sonra elini çenesine dayayıp ağlamaya başladı. Gözyaşları yanaklarından
akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı. İmsak vaktinde oruca niyet etti. Bu
hal ne diye sordum. Dedi ki:
(Düşündüm ki bu millete halife oldum. Garip, kanaatkâr, kendi haline terkedilmiş
biçareleri, fakirleri, muhtaçları, zorla tutulan esirleri, memleketin dört
bucağındaki nice kederlileri hatırladım. Anladım ki Allahü teâlâ onların
hepsinin hesabını benden soracak. Resulü de onların lehine, benim aleyhime
şahadet edecek diye düşünüp ağlıyorum.)