Her idareci, elemanlarından iyi iş, yüksek randıman bekler. Elemanlarının arı
gibi çalışıp bal yapmalarını ister. Bir kovandaki arıları, duman ile kaçırırsak
veya hepsini öldürürsek, balı kolayca almak mümkündür. Fakat bu aldığımız son
bal olur. Arılara ihtiyaçları kadar bal bırakıp, kalan balı alırsak, arılar, bal
yapmaya devam ederler.
Kusursuz eleman bulunmaz. Marifet, onları kusurları ile kabul edip
çalıştırabilmektir. Âmir, elemanını tenkit ederse, o da savunmak mecburiyetinde
kalır. Yaptığı yanlış işin doğru olduğunu ispat için bin tane delil getirir.
Kusuru kolay kolay kabul etmez. Tenkit edildiği için de incinir, çalışma azmi
kırılır, istenilen verim alınamaz. İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves
kırmamaktır.
Her âmirin âmiri vardır. Acaba bir âmir, kendi âmirine karşı iyi eleman mıdır?
Elemanlarından beklediği saygıyı, işi, kendisi âmirine karşı yapabiliyor mu?
Eğer kendisi âmirine karşı kusur ediyorsa, elemanlarının kusurlarını da
görmemesi lazımdır. Acaba en büyük âmir olan Allahü teâlâya karşı günahsız,
kusursuz bir kul muyuz? Eğer elemanların itaatsiz oldukları, vazifelerini
aksattıkları görülüyorsa, biz de vazifemizi yapmıyoruz demektir. Çünkü (Allah’a
itaat edene, bütün mahluklar itaat eder) buyuruluyor.
Mahkumların en canisi bile, kendini suçsuz kabul eder, yaptığı kötülükleri makul
sebeplerle açıklamaya çalışır, kendini iyi bir insan olarak bilir. Suçlu bir
mahkum kendini böyle bilirse, diğer insanlar kendilerini ne zannetmez ki?
Kusursuz insan olmadığına göre, kusur bularak, tenkit ederek değil, iyi
yönlerini tespit edip o açıdan yaklaşmak lazımdır. Her elemanın iyi ve kötü
yönleri vardır. İyi yönlerini takdir ederek yaklaşmalıdır! (Bu kadar tenkite
darılmaz) diyerek işe tenkitle girmemelidir! Basit bir tenkit, küçük bir
kıvılcımdır. Patlamaya hazır olan insan gururuna değer değmez, infilak etmesine
sebep olur.
Bir taşa çarpanın suçu taşta, yılanı eline alanın da suçu yılanda bulması normal
bir iş değildir. O halde, akıllı kimse; taşta, yılanda değil, kendinde kusur
arar. Deliyi, kusurluyu azarlamaz. Şu halde, idareciliğin birinci şartı, hiç
kimseyi tenkit etmemektir. İkinci şartı ise insanları tanımaktır.
İnsan, mühim bir şahsiyet, önemli bir kişi olmak ister. Bu istek herhangi bir
çırakta da vardır. Herkesin nefsi âmir, hatta ilah olmak ister. Meşhur bir
artist olmak için evlerinden kaçan çok genç kız vardır. Önemli kişi olma arzusu,
insanı bir şiir veya bir kitap yazmaya, bir eser meydana getirmeye zorlar. Meşru
yoldan şöhrete kavuşamayan kimse, olay çıkartarak gazetelerde resimlerinin
çıkmasını sağlar. Bir kahraman gibi gazetedeki resimlerine bakar.