İdareciliğin mektebi yoktur derler. Bu sözün doğru tarafı vardır.
İdareci, idarecilik kabiliyeti olan insanın, hadiselerle pişip yoğrulması ile
yetişir. İyi idareci olmak için diploma tek başına kâfi gelmez. Bunun yanı sıra
sabır, müsamaha, zeka, basiret, akıl, olayları kritik etme, hitabet kabiliyeti,
heyecana kapılmamak, ikna kudreti, vakar, ciddiyet, affedebilme, derinlemesine
düşünme, insanları tanıma, güler yüz ve tatlı dil gibi hasletlerin de bulunması
lazımdır. İdareci bunlardan ne kadar çoğuna malikse iyi idarecilik vasfı da o
nispette artar. Bazı büyük idarecilerin vasıfları şunlardır:
Fatih Sultan Mehmet, niyetimi kavuğum bilse kafamdan atarım şeklinde
konuşmuştur. Napolyon da kendisini yakalamaya gelen Fransız ordusuna çektiği
belagatlı nutukla onları kuzuya çevirmiş ve aynı ordunun başına geçerek Fransa
tahtına oturmuştur. Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’in üzerine yürürken
bıkkınlığa kapılan askerler tarafından çadırına ok atılması üzerine “hassas
an”ı çok iyi hesaplamış ve lafı kafalara balyoz gibi indirmiştir:
“İsteyen karılarının yanına dönebilir; ben düşmanın üzerine gidiyorum!”
Eğer o kritik an süratle muhakeme edilip oka bu erkek sesle cevap verilmeseydi
Sultan Selim belki de kazan kaldıran askere kellesini teslim edecekti.
Türkler, tarihin en eski milletlerinden biridir. Üstün devlet kurma bilgileri
vardır. Öteden beri bizim aile, şehir ve devlet hayatımız mevcuttur. Bu da iyi
idareci yetiştiren cemiyet olduğumuzu ortaya koymaktadır. Cemiyet yaşayışımızda
çocuk, hayatı tanımaya başladığı an ilk önce bir “reis” ve “reis” mefhumu
ile karşılaşır. Baba, ailenin reisidir. Okuldaki reisi öğretmen ve müdürdür.
Mahalle reissiz değildir; oradaki reis muhtardır. Camide imam sadece namaz
kıldıran insan değil, aynı zamanda bir reis ve bir rehberdir. Selçuklular ve
Osmanlılar zamanında devlet reisi yani devletin en yüksek idarecisi aziz
bilinir, ismi öyle ulu orta söylenmez, saygısızlık gösterilmezdi. Cumhuriyet
devrinde de bu emsalsiz örfümüz devam ettirilmiş ve devlet başkanları tartışma,
sataşma ve polemiklerin üstünde ve uzağında tutulmuştur.
Aslında kalkınmayı sadece ekonomik cephesi ile ele almak hatadır. Bize kalırsa
kalkınmak iyi yetişmiş insanla mümkündür. Kalifiye eleman da iyi idareci
sayesinde yetişmektedir. O halde ne yapıp edip kıymetli idareciler yetiştirmenin
yoluna bakmalıyız.
İki üç yüz sene evvel aynı anda birkaç şeyhülislam namzedi olabiliyordu. Mesela
meşhur divan şairi Baki, bir şeyhülislam efendinin taşıdığı bütün kıymetlere
sahip olduğu halde kendisine sıra gelmediği için bu makama oturamamıştır. Bunun
gibi devlet, aynı zamanda birkaç sadrazam çıkartacak kudretli dönemler
yaşamıştır. Bu az şey değildir.
Bugün de asrın şartlarına göre fabrika idareciliğinden, siyasi hayata kadar iyi
idareciler yetiştirmek için çok çalışmalıyız.
Devlet adamı her hâl ve hareketi ile bir bütündür. Gazetecilerle konuşmasına,
giyim kuşamına kadar her an dikkatli, ölçülü ve ağır başlı olmalıdır. Milleti
idare edenler millete mal olmuştur. Hiçbir davranışları gözden kaçmaz.
İdareci, hedefteki insandır. Güzel davranışları örnek alındığı gibi, hataları da
şiddetle reaksiyon görür.
Vatandaş, somurtmayan fakat ciddi, ölçülü, şahsiyetli, ferdi ve aile hayatı ile
mazbut özü sözü birbirine uygun idarecileri her zaman takdir eder.
Başarılar elbette tarihe mal olacak ve hakikatler hiçbir zaman unutulmayacaktır.
(E.Ö.)