Peygamberimizin hanımlarından.
Hazret-i Aişe validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve
kabiliyetli idi. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına
bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı. Çok akıllı,
zekî, âlime, edibe ve afife ve saliha idi.
Üç gece rüyada gördüm
Resulullah efendimiz Hazret-i Hadice'nin vefatından sonra, ikinci defa olarak,
Hazret-i Ebu Bekir'in kızı Hazret-i Aişe'yi nikahladı, fakat düğünü yapılmadı.
Peygamberimizin Hazret-i Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikah akdinin
Hazret-i Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî
ve Müslim'in rivayetlerinde Peygamberimiz Hazret-i Aişe'ye şöyle buyurdu:
- Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu senin
hanımındır” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise
cenab-ı Hak imza eylesin” dedim. [Yani eğer rüya Rahmânî ise Allahü teâlâ
müyesser kılsın demektir.]
Resulullah efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, ev halkını Mekke'de
bırakmıştı. Medine'yi şereflendirince, Ebu Rafiî ile azatlı kölesi Zeyd bin
Hârise'yi, iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500
dirhem harçlıkla Mekke'ye gönderdi.
Hazret-i Ebu Bekir de Abdullah bin Ureykıt'ı iki deve ile onların yanına katıp,
hanımı Ümm-i Ruman ve kızı Hazret-i Aişe ile kızkardeşi Esma'yı develere
bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah'a mektup yazarak emretti. Hazret-i Aişe,
annesi Ümm-i Ruman ve Resulullahın kerimeleri kafile olarak yola çıktı. Kubeyd
mevkiinde Hazret-i Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin
Ubeydullah da katıldı. Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman,
Hazret-i Aişe'nin devesi kaçtı. Hazret-i Aişe buyuruyor ki:
“Devem kaçtı. Ben devenin üstünde mahfe'nin içindeydim. Annem de yanımdaydı.
Annem, “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ
devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine'ye geldik. Ben Hazret-i
Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte indim.”
Birer oda yapıldı
O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı. Mescid-i şerif
yapılırken, Peygamberimizin hanımları Hazret-i Aişe ve Sevde için birer oda
yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adetleri dokuz oldu. Odalar,
Arap âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.
Odalar mescidin cenup, şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçten yapılmış olanı
da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu
insan boyundan bir karış fazla idi. Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Aişe'nin
odaları arasında kapı vardı.
Mekke'den gelen Resulullahın ev halkı, kendi odalarının önünde indi. Hazret-i
Aişe validemiz, Hazret-i Ebu Bekir'in evinde bir müddet ikâmet buyurdular.
Hazret-i Ebu Bekir birgün Resulullaha şöyle arzetti:
- Ya Resulallah, ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?
Hastalığı bol yerdi
Bunun üzerine Resulullah efendimiz, gerekli hazırlıkları yaparak, Hazret-i Aişe
ile, nikahlarının vuku bulduğu Şevval ayında evlendiler.
Hazret-i Aişe validemiz buyuruyor ki:
“Medine'ye hicret edip geldiğimiz zaman, burası, hastalığı bol olan bir yer idi.
Bütün eshab-ı kiram hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan, ancak Resulullah
efendimiz, Allahü teâlânın korumasıyla kurtuldu."
Hazret-i Aişe de hastalandı. Peygamberimiz Hazret-i Aişe'ye, “Sende gördüğüm
nedir” diye sorunca, Hazret-i Aişe şu cevabı verdi:
- Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah, hummadır. Allah onu kahretsin.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Hayır, ona kötü söyleme! O, vazifelidir. İstersen sana bir duâ öğreteyim.
Onu okuduğun zaman, Allahü teâlâ onu senden giderir.
Hazret-i Aişe de, “Öğret ya Resulallah” dedi.
Peygamber efendimiz duâyı öğretince, humma geçti.
Hazret-i Aişe validemiz, Medine'de, Resulullahın gazalarına katılmış diğer
sahabî hatunları gibi, yaralıların tedavisi ve bakımıyla meşgul olmuş, büyük
hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de,
Resulullah efendimiz buna müsaade buyurmamıştır. Mesela Uhud günü, Peygamber
efendimiz yaralanmış, mübarek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan
içinde kalmıştı.
Hazret-i Fâtıma validemiz, Resulullahın mübarek yüzünü yıkamış, kan durmayınca,
yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin
mübarek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu.
Arkalarında su taşıyorlardı
Hazret-i Aişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud'a
gelmişti. Hazret-i Aişe ve Ümm-i Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne ise
susuzlara su veriyordu. Enes bin Malik diyor ki:
"Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resulullahın yanından dağıldıkları zaman,
Hazret-i Aişe ile Ümm-i Süleym'i gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su
taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak
gidiyorlar, doldurunca koşarak gelip, yine yaralılara su veriyorlardı.”
Kadınların Uhud savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi, yaralıları
tedavi için idi.
Hazret-i Aişe, Müreysi gazasına katılmış ve bu gazada bazı münafıkların
çıkardığı bir iftiraya maruz kalmış, bunun üzerine Allahü teâlâ Nur suresinde 17
ayet-i kerime göndererek, onun temizliğini bildirdi. Hazret-i Aişe buyurdu ki:
"Resulullahın ilk hastalığı, Hazret-i Meymune'nin evinde oldu. O gün
Resulullahın Hazret-i Meymune'ye uğradığı gündü. Burada Resulullahın hastalığı
arttı. Diğer ezvac-ı tahirat gelerek Resulullahın hizmetine koyuldular.
Peygamberimiz de buyurdular ki:
- Ey benim zevcelerim, mâzur görün, takatım yoktur ki, evlerinizi dolaşayım.
İzin verirseniz Aişe'nin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz.
Hazret-i Aişe'nin odasına gitti
Resulullah efendimiz Hazret-i Abbas ve Hazret-i Ali'nin omuzlarına dayanıp,
benim odama geldiler. Döşeğe yattılar. Bu odada mübarek başı, göğsümde olduğu
hâlde vefat ettiler."
Resulullahın vefatından sonra da, eshab-ı kiramın, Hazret-i Aişe validemize
hürmetleri, ikramları ve izzetleri çok fazla idi. Hatta bu hususta Hazret-i
Ömer, bunda o derece ileri gitti ki, Hazret-i Aişe, "Resulullahın vefatından
sonra Hazret-i Ömer bana çok iyilik etti. Ya Rabbi, bundan böyle, beni, onun
ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma" buyurdu.
Hazret-i Aişe validemiz, Hazret-i Osman zamanında da din-i İslâmı öğretmekle
meşgul oldu. Hazret-i Aişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük
derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler
kendisinden sorulurdu. Çünkü Hazret-i Aişe, hem müminlerin annesi, hem de
dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi. Ayet-i kerime ile medh ve sena
olundu. ^Alim, edip, çok akıllı ve üstad idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.
Aişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar
çoktur. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin
dörtde birini Hazret-i Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
- Dininizin üçte birini Humeyra'dan öğreniniz!
Resulullah efendimiz, Hazret-i Aişe'yi çok sevdiği için, ona "Humeyra"
derdi.
Aişe hakkında, beni incitmeyiniz!
Eshab-ı kiramdan ve tâbiînden çok kimse, Hazret-i Aişe'den işittikleri hadis-i
şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet übnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki:
"Kur'an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep
ilmini Hazret-i Aişe'den daha çok bilen kimse görmedim."
Eshab-ı kiram, hediyelerini, Resulullaha, Aişe'nin evinde getirip, böylece
sevgisini kazanmak için yarışırlardı. Zevceler, iki grup idi. Aişe tarafında
Hafsa, Safiyye, Sevde vardı. İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar,
Ümm-i Seleme'yi Resulullaha gönderip, "Eshabına emir buyursanız da, hediye
getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse" dediklerinde,
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Beni, Aişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız Aişe'nin yanında iken
geldi.
Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.
Resulullah efendimiz bir defasında, kızı Hazret-i Fâtıma'ya buyurdu ki:
- Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin?
Hazret-i Fâtıma'nın, “Elbet severim” demesi üzerine, yine buyurdular ki:
- O hâlde, Aişe'yi sev!
En çok kimi severdi?
Resulullah efendimiz, Hazret-i Aişe'yi çok severdi. Resulullaha, “En çok kimi
seviyorsun” denildiğinde buyurdular ki:
- Aişe'yi.
"Erkeklerden kimi" dediklerinde, buyurdu ki:
- Aişe'nin babasını.
Yani, en çok Hazret-i Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.
Hazret-i Aişe'ye sordular ki:
- Resulullah efendimiz en çok kimi severdi?
- Fâtıma'yı severdi.
- Erkeklerden en çok kimi severdi?
- Fâtıma'nın zevcini.
Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hazret-i Aişe'yi, çocukları arasında
Hazret-i Fâtıma'yı, Ehl-i beyti arasında. Hazret-i Ali'yi, eshabı arasında ise,
Hazret-i Ebu Bekir'i en çok severdi.
Hazret-i Aişe buyuruyor ki: “Birgün Resulullah efendimiz, mübarek nalınlarının
kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak
alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyor, gözlerimi
kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakarak buyurdular ki:
- Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?
Ben de, "Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek
alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim.
Bunun üzerine, Resulullah efendimiz kalkıp yanıma geldi. Alnımdan öptü ve
buyurdular ki:
- Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni
sevindiremedim.
Kıyamet gününde insanlar
Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, buyurdu.
Hazret-i Aişe'nin mübarek alnından öpmesi, Resulullahı severek, onun cemalini
anlayarak gördüğü için, aferin ve takdir olmaktadır.
Birgün Peygamber efendimiz, kıyamet gününden bahisle Hazret-i Aişe'ye buyurdu
ki:
- Kıyamet gününde insanlar elbisesiz olarak haşredilecektir.
- Erkekler de kadınlar da böyle mi olacak?
- Evet.
- O zaman birbirlerine bakmayacaklar mı?
- Ey Aişe, o gün insanlar meşguliyetlerinden birbirlerine bakmaya zaman
bulamayacaklardır. Gözleri göğe dikilmiş olarak kırk sene öylece kalacaklardır.
Yemeyecek, içmeyeceklerdir. Şiddetli terliyecekler. Kiminin terinden biriken su,
ayaklarını örtecektir. Kiminin de dizlerine, kiminin de karnına kadar
yükselecektir. Kiminin de tepesine kadar çıkacaktır.
Musa bin Talha diyor ki:
- Hazret-i Aişe'den daha fasih, düzgün konuşanı görmedim. Resulullahı metheden
şu manada bir şiir söylemiştir:
“Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf
aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun
yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha'yı kötüleyen kadınlar, Onun
parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını
duymazlardı.”
Allahü teâlânın nimetleri
Hazret-i Aişe, kendisinin, Peygamberimizin diğer hanımlarının hepsinden daha
üstün olduğunu söyleyerek, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü.
Bunlardan da bazıları şunlardır:
1- Resulullah efendimiz, beni istemeden önce, Cebrail aleyhisselamın
benim suretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve, “Bu senin zevcendir” dediğini
söylerdi.
2- Resulullahın zevceleri içinde, koca görmeden Resulullah ile evlenen,
benden başka olmamıştır.
3- Resulullahın zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi.
Resulullah efendimiz, bazı zevcelerine, “Aişe'yi üzerek, beni incitmeyiniz!
Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir” buyurmuştu.
4- Resulullahın zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası,
hem de annesi hicret etmiş değildir.
5- Allahü teâlâ benim hakkımda berât ayetini nâzil eyledi.
6- Resulullah vefat ederken, mübarek başları benim göğsümde idi.
7- Resulullah benim odamda vefat etti.
8- Benim odam Resulullahın türbesi olmuştur.
Resulullahı teselli ederdi
Hazret-i Aişe validemiz, Resulullahın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne
katardı. Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi
yapardı. Hatta Resulullahın akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü
iyiliği yapardı.
Hazret-i Aişe buyuruyor ki:
"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah efendimiz görünce buyurdu ki:
- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor?
Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez.”
Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: “Resulullah efendimiz Hazret-i
Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa,
kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.”
Resulullahın vefatından sonra, Hazret-i Aişe'ye, yemek yiyip yimediğini
sordular. “Hiçbir zaman doyasıya yemedim” buyurdular ve ağladılar.
Hazret-i Aişe buyurur ki: “Peygamber efendimizin karnı hiçbir zaman yemek ile
doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun
için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu
durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.
Tahammül gösterdiler
İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah
hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve
ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki:
- Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek
ve içecekler temin etsem olmaz mı?
Bunun üzerine bana buyururdu ki:
- Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan
daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına
devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine
dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir
hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri
bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak
ve onlara katılmaktır.
Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler."
Peygamber efendimiz Hazret-i Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan
bazıları şunlardır:
"Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Ey Aişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:
1- Kur'an-ı kerimi hatim etmeden,
2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,
3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,
4- Hac etmeden.
Ondan kolay ne var?
Resulullah efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de
yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:
- Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana feda olsun. Bana
dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl
yapabilirim?
Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:
- Ya Aişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerifi ve bir Fâtiha suresini
okursan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevat
getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş; önce müminlerin ve sonra da kendi affını
dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ
ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ
külli şey'in kadîr” tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.”
- Ey Aişe, yumuşak ol; zira Allahü teâlâ bir ev halkına iyilik murad ederse,
onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.
- Ey Aişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi
kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.
- Ey Aişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah
katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.
- Ey Aişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak
davranılmasını sever.
- Ey Aişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, Allahü
teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.
Kendini tutamadı
Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler. “Essâmü aleyk”
diyerek, sırıttılar. Allahü teâlânın Resulü de, "Ve aleyküm" karşılığında
bulundular. Bunları duyan Hazret-i Aişe, yahudilere “lânet” etmeye başladı.
Çünkü “Essâmü aleyk!” sözlerinin manası, “Ölüm, senin üzerine olsun” demekti.
İşte bu yüzden Peygamber efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.
Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler! Selam verir gibi görünüp, Hak
teâlânın en şerefli Peygamberine hakarete yeltendiler. Hazret-i Aişe'yi üzen de
onların bu “sefîl” niyetleriydi.
Fakat Peygamber efendimiz sakin görünüyorlardı. Hanımına sordular:
- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?
Hazret-i Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti. “Ne söylediklerini
işitmediniz mi, ya Resulallah” dedi. Peygamber efendimiz de, "Sen de, benim
onlara, (Ve aleyküm...) dediğimi işitmedin mi” buyurdu.
Gerçekten, “Ve aleyküm” demek, “Sizin üzerinize olsun” manasına geliyordu.
Böylece yahudilerin “ölüm” temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine
iade etmişlerdi.
Şehitlerin derecesi
Hazret-i Aişe, birgün Resulullah efendimize sordu:
- Şehitlerin derecesine yükselen olur mu?
- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur.
- Ya Resulallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir
gün geldi mi?
- Ya Aişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Tâif şehrinde olmuştur.
Hazret-i Aişe'nin annesi Ümm-i Ruman binti Amir'dir. Lâkabı Sıddıka'dır.
Hazret-i Aişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye
çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hazret-i Aişe üzülürdü. Birgün Hazret-i
Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:
- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine
izafeten de künye alırsın.
Bundan sonra Hazret-i Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten ümm-i Abdullah
diye künyelendi.
Hazret-i Aişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. 676
senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i münevverede vefat etti.