Şehîd oğlu şehîd.
Ammâr bin Yâser, ilk Müslümanların otuzuncusudur. Süheyb-i Rûmî ile birlikte,
Dâr-ül Erkam'da aynı vakitte Müslüman olmuşlardı. O zaman Peygamber efendimiz
Dâr-ül Erkam'da bulunuyordu. Ammâr bunu şöyle anlatıyor:
Bir gün Hazret-i Erkam'ın evinin önünde Hazret-i Süheyb bin Sinan'a rastladım.
Ona dedim ki:
- Burada ne yapıyorsun?
- Sen ne yapıyorsun?
- Ben içeri gireceğim ve Hazret-i Muhammed'in sözlerini dinleyip bildirdiği dîne
gireceğim. Müslüman olacağım.
- Ben de aynı maksatla buraya geldim.
İçeri beraber girdik
Böylece ikimiz beraber içeri girdik. O sırada Peygamber efendimiz de orada
bulunuyordu. Beraber Müslüman olduk, akşama kadar orada kaldık. Akşamdan sonra
evimize döndük.
İmâm-ı Mücâhid buyurdu ki:
- Mekke'de Müslüman olduğunu ilk açıklayan, önce Resûlullah sonra da Ebû Bekir,
Bilâl, Habbâb, Süheyb, Ammâr ve annesi Sümeyye hanımdır.
Peygamber efendimiz halkı açıktan îmâna çağırmaya başlayınca, müşrikler,
kimsesiz Müslümanlara ezâ ve cefâ etmeye başladılar. Ebû Tâlib hayatta iken,
putperestler. Resûl-i ekreme kötülükte bulunamazlardı. Eshâbdan tanınmış
kimselere de kavimlerinin himâyesi ve aşîretlerinin kalabalık oluşu sebebiyle,
istedikleri gibi ezâ ve cefâ edemezlerdi.
Ancak Müslümanların kimsesizlerini ve fakirlerini bulup, bunlara çeşit çeşit
azâb ile eziyet edip, türlü cefâlar ederlerdi. Bunların içinde en çok eziyet
görenler, Bilâl, Süheyb, Habbâb ve Ammâr bin Yâser'dir.
Müşrikler Ammâr'ı yalnız yakaladıkları zaman Ramda mevkiine, Mekke kayalıklarına
götürürler, elbiselerini çıkarıp, demir gömlek giydirirler, günün sıcağında
kızmış taşlarla dağlarlar, ba'zan da sırtını ateşle dağlar, kızgın güneş altında
aç ve susuz bırakıp derlerdi ki:
- Muhammed'in dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul!
Ba'zan da kuyuya daldırıp boğmak isterlerdi. Onlar, bu dayanılmaz cefâlara
sabredip,
- Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır, diyerek İslâm
dîninden dönmezlerdi.
Ebû Huzeyfe bin Mugîre, Ammâr'ın babası Yâser'in dostu olduğu ve sözleşme
gereğince yardım etmesi lâzım geldiği hâlde, o da müşriklerle bir olup, o
Müslüman âileye, arkalarına ateş yapıştırmak sûretiyle işkence yapıyordu.
Dilim dilim doğrasanız
Benî Mahzûm kabîlesinin ileri gelenleri, Ammâr bin Yâser'in babasına ve vâlidesi
Sümeyye'ye işkenceye devâm edip, sıcak günde kuma gömerler ve üzerinde et
pişecek kadar sıcak taşları, gövdesine dizerlerdi. Sonra derlerdi ki:
- Lât ve Uzzâ, Muhammed'in dîninden iyidir deyin!
Bunun üzerine onlar da şöyle cevap verirlerdi:
- Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi dinlemeyiz. Allahtan
başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Peygamberidir.
Yine bir gün, Resûlullah efendimiz Bathâ denilen yerden geçerken, Yâser âilesine
işkence yapıldığını görüp çok üzüldüler. Hazret-i Yâser suâl etti:
- Yâ Resûlallah! Zamanımız hep böyle işkence ile mi geçecek?
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Sabrediniz ey Yâser âilesi! Sevininiz ey Ammâr âilesi! Hiç şüphesiz, sizin
mükâfât yeriniz Cennettir.
Ammâr bin Yâser'in, Kureyşli müşriklerden gördüğü işkence, dillere destân olacak
şekildedir. Bir defasında Ammâr Resûlullah efendimize gelerek hâlini arz etti:
- Yâ Resûlallah! Müşriklerin bize yaptığı işkenceler son haddine vardı.
Resûlullah efendimiz onların bu hâlini biliyor ve onlar için üzülüyordu. Buyurdu
ki:
- Sabrediniz ey Yakzân'ın babası!
Sonra da şöyle duâ ettiler:
- Yâ Rabbî! Ammâr âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.
Ey ateş, serin ol
Yine bir gün Mekke müşrikleri Ammâr'a ateşle eziyet ve işkence ediyorlardı.
Resûlullah efendimiz orayı teşrif ettiler. Buyurdular ki:
- Ey ateş! İbrâhim'e (aleyhisselâm) olduğun gibi, Ammâr'a da serin ve
selâmet ol.
Daha sonra Ammâr, sırtını açtığında ateşin izi görünüyordu. Bu iz Resûlullah
efendimizin duâsından önce idi.
Yine güneşin çok yakıcı olduğu bir gündü. Güneş sanki bütün Mekke'yi yakmak
istiyordu. Toprağın üstünde ve altındaki bitkiler kavrulmuştu. Çöl ve taşlık
bölgeler, kızgın bir ekmek fırınını andırıyordu. Kureyşli Mahzumoğulları, daha
da kızgındılar!
Yâser ve hanımı Sümeyye'ye, yapmadık işkence bırakmadılar. Fakat bu Yemenli
Müslümanlar, onların bunca işkencelerine rağmen onların isteklerini yerine
getirmedi. Nihayet Yâser'i kızgın taşlar üzerine yatırdılar. Üzerindeki kısa çöl
elbisesini yırttılar.
Burası, Mekke'nin baştan başa taşlık ve çorak bir semtiydi. Hiç su bulunmadığı
için zalimler, burayı seçmişlerdi. Güneş en fazla bir saatte, her insanı
pişirebilirdi. Ama yere yatırılan Yemenli Müslüman, gülüyordu! Putperest
Mahzumoğulları, hırslarından çatlıyacak gibiydiler. Hepsi kıpkırmızı olmuşlardı.
Nihayet Yâser'in bir koluna, bir deve; öbür koluna, başka bir deve bağladılar.
Ayaklarına da, aynı şeyi yaptılar.
Sonra içlerinden, en dinsizi bağırdı:
- Hemen şimdi, İslâm dînini inkâr edeceksin!
Hazret-i Yâser:
- Allah birdir, O'ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm,
Allahın Resûlüdür, diye haykırdı. Hâin müşrik, şiddetle üzerine doğru eğildi:
- O hâlde, hiç görülmedik şekilde, can vermeye hazırlan!
İşte o zaman, gerçekten, dünyada pek görülmemiş bir vahşet emri verildi.
Dağlar taşlar tekrarladı
4 gaddar cellât, 4 deveyi aynı anda; ellerindeki yanmış ağaçlarla dağladılar.
Can havliyle, dört bir yana koşuşan develer; Hazret-i Yâser'i, doğru Cennete
uçurdular. Dağlar taşlar, kurtlar kuşlar, yerlerdeki ve göklerdeki Melekler;
aynı ilâhi kelimeyi tekrarlıyorlardı:
- Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resûlullah.
Bu manzaraya, insan yüreği dayanır mı? Fakat Sümeyye Hâtun dayandı. Çünkü kat'î
olarak biliyordu ki; sevgili kocası Yâser şu anda, Cennet-i âlâdadır.
Bize doğru yolu gösterdi
Yâser âilesinin ezâya ve bir musîbete uğramadığı gün, hemen hemen yok gibiydi.
Hazret-i Yâser'i ve oğlu Abdullah'ı, görülmedik şiddetli bir işkence ile şehîd
ettikten sonra, Sümeyye Hâtun İslâmın en büyük düşmanıyla karşılaştı. Ebû Cehil
sırıtarak dedi ki:
- İnandığın Allah, kocanı ölümden kurtaramadı!
Sümeyye Hâtun sükûnetle cevap verdi:
- Allah O'nu, Cennetine aldı. Kocamı; sizin gibi putlara, paraya ve dünyaya
tapınmaktan kurtardı. Allahü teâlânın Resûlü O'na ve bize doğru yolu gösterdi.
Ey Allah ve Resûlullah düşmanı! Sen git, kendi ahmaklığınla yaşa! Kocaman
kafanı, vücûdundan kopardıkları gün; içinde beyin olmadığı anlaşılacaktır. Ama o
zaman, ne fayda!
Ebû Cehil'in hakikaten, kocaman olan kafası kızdı ve bağırdı:
- Sus, ey Ebû Huzeyfe'nin kölesi! Benim gibi bir efendiye, bunları nasıl
söyliyebilirsin?
- Sen, köpekten de aşağılıksın! Çünkü kuduz köpekler bile; sizin yaptığınız
şekilde insan öldürmezler.
Ebû Cehil, elindeki kısa mızrakla oynuyordu. Birden onu, kadıncağıza fırlattı.
Sümeyye Hâtun oracıkta şehîd oldu. İslâm'da ilk şehîd olan bunlardır. Ya'nî
kadınlardan Sümeyye Hâtun, erkeklerden Hazret-i Yâser idi.
Hazret-i Ammâr'a da Mugireoğulları, böyle işkenceler yapmışlardı. Müşrikler yine
suya batırarak işkence yapmış oldukları bir sırada, Peygamberimiz Ammâr bin
Yâser'e rastlamıştı. Ammâr ağlıyordu. Kâinâtın efendisi mübârek elini, onun
gözlerinin üzerine sürdü ve buyurdu ki:
- Bir daha kâfirler seni yakalayıp suya batırırlar ve sana, şöyle şöyle
söyle, derler ve bu işkenceyi tekrarlarsa, onların söyletmek istediklerini
söyleyiver, işkenceden kurtul!
Mugireoğulları Ammâr'ı bir gün yakaladılar. Meymun kuyusunun içine batırdılar.
- Sen Muhammed'i inkâr edip, putlarımıza dönünceye kadar seni bırakmıyacağız,
dediler.
Hazret-i Ammâr da, kâfirlerin dediklerini, kalbiyle kabûl etmediği hâlde diliyle
söyledi.
Îmân ile doludur
Resûl-i ekreme, "Ammâr kâfir oldu" diye haber verildi. Resûlullah efendimiz
buyurdu ki:
- Hâşâ! O kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar îmândır ve eti ile derisi arası
îmân ile doludur.
Ammâr, küffâr elinden kurtulup, Resûlullahın yanına geldi. Kâfirlerin ezâ ve
cefâsından ağladı. Resûlullah efendimiz iki mübârek eliyle gözünün yaşını sildi
ve teselli buyurdu.
Bu hâdise üzerine, Nahl sûresinin; Kim Allaha küfrederse, onlara şiddetli bir
azâb vardır. Ancak kalbine îmân yerleşmiş olduğu hâlde küfür kelimesini
söylemeye zorlanıp, sâdece diliyle söyliyenler müstesnâ, meâlindeki 106.
âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de Hazret-i Ammâr'a buyurdu ki:
- Müşrikler eziyet ederlerse yine böyle söyle.
Ammâr bin Yâser hazretleri, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında
Habeşistan'a hicret edenler arasında bulunmuştur. Bilâhare tekrar Mekke'ye
dönmüş, bir müddet orada kaldıktan sonra Medîne'ye göç ederek, Hazret-i Münzir
bin Abdülmübeşşir'in misâfiri olmuştur. Daha sonra Peygamber efendimiz onu,
Ensârdan Huzeyfe bin Yemân ile din kardeşi yapmıştır.
Hazret-i Ammâr, Medîne-i münevvereye gelince, Resûlullah için bir ibâdet ve
istirâhat yerinin gerekli olduğunu söyledi. İslâmda mescid yapılmasına ilk
teşebbüs eden o idi ve bu sâyede Kubâ mescidi yapıldı.
Çift kerpiç taşıyordu
Ammâr bin Yâser, Mescid-i Nebevî'nin de yapımında bulundu. Mescid-i Nebevî'nin
temeli atıldığında, duvar yapılmak üzere kerpiç kestirilmişti. Kuruyan
kerpiçler, bulundukları yerden mescid arsasına Eshâb-ı kirâmın sırtlarında
taşınıyordu. Herkes birer birer taşırken, Hazret-i Ammâr büyük fedâkârlık
gösterip;
- Biri kendim, biri Resûlullah için, diye iki kerpiç getiriyordu ve diliyle de;
- Biz Müslümanlar mescidler inşâ ederiz, diyordu.
Peygamber efendimiz Ammâr'ın yanına geldi ve mübârek eliyle arkasını sığadı ve
buyurdu ki:
- Ey Sümeyye'nin oğlu! Senin iki ecrin, sevâbın, başkalarının bir ecri var.
Senin, dünyada en son azığın, rızkın da bir içim süttür.
Hazret-i Ebû Sa'îd Hudrî der ki:
- Biz kerpici birer birer taşırdık. Ammâr ise, ikişer ikişer taşırdı. Resûlullah
efendimiz, Ammâr'ı böyle üzeri toz toprak içinde görünce, onun üzerindeki
tozları silkeleyerek:
- Vah Ammâr! Vah Ammâr! Onu bâgîler öldürecektir, diye haber verdi.
Ammâr bin Yâser, Bedir başta olmak üzere, Uhud, Hendek ve Tebük gazâsı dâhil,
Resûlullah efendimizin bütün gazâlarına katıldı. Her savaşta şecâat ve
cesâretiyle tanındı. Resûlullahın yanından hiç ayrılmadı.
Bedir günü, hâin Ebû Cehil'in koca kafası; iki mücâhîd tarafından kesildi. O
zaman Sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Ammâr'a buyurdu ki:
- Allah teâlâ, anacığının katilini öldürdü.
Cennet ilerde!..
Resûlullah efendimizin vefâtından sonra, Hazret-i Ebû Bekir devrinde yapılan
savaşlarda da aynı şecâat ve cesâretle döğüştü. Abdullah bin Ömer der ki:
- Yemâme'de mürtedlere karşı saldıran eşsiz bir yiğit gördüm. Düşman saflarını
yerle bir ediyor, bir taraftan kılıç sallıyor, diğer yandan söyle söylüyordu:
"Bizim Peygamberimiz, Muhammed-ül Emîn'dir. Peygamberlerin sonuncusudur. Ondan
sonra, Peygamber gelmiyecektir. Aksini söyliyenlerin hepsi, yalancı
sahtekârdırlar."
Bu sözleri, Müseylemet-ül Kezzab taraftarlarını bile ikna ediyordu. Tam sırada,
hızlı bir kılıç darbesi, başucunda vızıldadı. Keskin demir, bir kulağını kesti.
Akan kanları, eliyle durdurmaya çalışıyordu. Bir yandan da "Cennet ilerde!..
Cennet ilerde!" diye haykırıyor, mücâhidleri aşka getiriyordu. Sanki, şehîd ana
ve babasını görüyor gibi, savaşıyordu. Yalancı Müseyleme de, yalancılar ordusu
da kısa zamanda; darmadağın oldular.
Ammâr bin Yâser, Hazret-i Ömer devrinde Kûfe vâliliğine tâyin olundu. Halîfe,
tâyin emrinde Kûfelilere şöyle yazdı:
- Size Ammâr bin Yâser'i vâli, İbni Mes'ûd'u öğretmen ve yardımcı olarak ta'yin
ettim. Bunların ikisi de Eshâb-ı kirâmın seçilmişlerindendir. İkisi de Bedir
harbinde bulunmuşlardır. Onları dinleyip, itâat ediniz.
Sevinmedim ki üzüleyim
Hazret-i Ammâr, Kûfe'yi bir sene dokuz ay mükemmel bir şekilde idâre etti.
Halîfe Hazret-i Ömer, Ammâr'ı Medîne'ye çağırdığında, ona sordu:
- Üzüldün mü?
- Vâliliğe ta'yin olunduğumda sevinmedim ki, alındığım zaman üzüleyim.
Hazret-i Osman devrinde, fitne ve karışıklıklar başladığında, halîfe bunun
sebebini öğrenmek için Ammâr'ı, Mısır'a gönderdi. Bu büyük sahâbî, fitne ve
fesâdı ortadan kaldırmak için çok gayret etti.
Daha sonra Sıffîn muhârebesine katıldı. Savaş esnasında yanındakilere sordu:
- İçecek, bir şeyimiz var mı?
Kırmızı halkalı kap içinde, süt getirdiler. Bunu gören, Ammâr bin Yâser dedi ki:
- Allah Resûlünü, tasdik ederim, doğrularım! Yıllarca önce bize, böyle bir
kaptan içeceğim sütün, benim dünyadaki son rızkım olacağını buyurmuştu.
Sonra sütü, Besmeleyle son damlasına kadar içti. Allaha hamd etti.
Ammâr bu savaşta 94 yaşında şehîd oldu. Hazret-i Ali, Ammâr bin Yâser'in şehîd
olduğunu öğrenince, çok üzüldü buyurdu ki:
- Allahü teâlâ Ammâr'a rahmet eylesin. O, Resûlullahın etrafında birkaç kişi
varken Müslüman olmuştu. Kendisi hiç şüphesiz magfirete kavuşacaktır. Çünkü
Allahü teâlânın Resûlü, Ammâr âilesini Allahın magfiretiyle müjdelemişti.
Cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı ve elbisesiyle, yıkanmadan Kûfe
kabristanlığına defnedildi.
Ammâr bin Yâser, ahlâken yüksek bir zâttı. Az konuşur, çok kerre hüzünlü ve
kederli olurdu. Son derece doğru ve hakka riâyetkâr idi. Zühd ve takvâ sahibi
olup sâde yaşardı. Gâyet belîğ (açık) ve veciz bir hitâbete sahipti. Namazına
çok dikkat ederdi.
Ammâr bin Yâser, hadîs-i şerîfleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır.
Şöhretini; dünyaya düşkün olmamasına ve harâmlardan sakınmasına, insanlar
üzerinde bıraktığı i'timâda, da'vâsına sadâkatle bağlılığına borçludur.
Cennet üç kişiyi arzû eder
Hazret-i Ammâr hadîs-i şerîflerle medholundu:
"Cennet üç kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır."
"Ammâr'a düşman olana, Allahü teâlâ düşman olur. Ona buğzedene, Allahü teâlâ
buğzeder."
Ebû Vâil şöyle anlattı:
Ammâr bin Yâser bize kısa bir hutbe okudu. Hutbeyi okuyup, indikten sonra
kendisine; hutbeyi gâyet kısa okuduğunu söyledik. Bunun üzerine şöyle dedi:
- Resûlullah efendimizin, "Bir kimsenin namazının uzun, hutbenin kısa
olması, onun fıkıh bildiğine alâmettir" buyurduğunu işittim.