Ensârın en hayırlılarından.
Muhammed aleyhisselâmın bi'setinin onuncu yılı başlarında Medîne'den gelen 12
kişi, Peygamberimizle görüşüp Müslüman oldular. Birinci Akabe bîatı denilen bu
görüşmeden sonra, Peygamber efendimiz, Kur'ân-ı kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek
üzere, Mus'ab bin Umeyr'i Medîne'ye gönderdiler.
Mus'ab bin Umeyr Medîne'de fevkalâde bir gayretle çok kimsenin Müslüman olmasını
sağladı. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Mu'âz'ın teyzesinin oğlu olan
Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşmişti. Bu sebeple Sa'd bin Mu'âz, o zaman
Araplar arasında akrabaya karşı hakâretten kaçınmak âdet olduğu için bu işe mâni
olma teşebbüsünde de bulunamadı.
Sen işini bilen adamsın
Ancak bir kabîle reisi olarak bu işe de el koymak istiyordu. Bu maksatla
kabîlesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:
- Sen, işini iyi bilen, kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın!
Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan bu adamı,
yanımıza gelmekten men et! Es'ad bin Zürâre akrabam olmasaydı, bu işi kendim
hallederdim.
Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp, Mus'ab bin Umeyr'in bulunduğu
eve gitti. Oraya varınca:
- Sizi, bize getiren sebep nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı bozacaksınız?
Eğer, hayatınızdan olmak istemiyorsan yanımızdan ayrılıp gidersin, dedi.
Mus'ab bin Umeyr, ona yumuşak bir sesle dedi ki:
- Hele biraz otur, sözümüzü dinle! Beğenirsen kabûl edersin, beğenmezsen
dinlemekten yüz çevirirsin.
- Yerinde bir söz söyledin.
Mus'ab bin Umeyr ona, Kur'ân-ı kerîm okudu. İslâmiyeti anlattı. Onun tatlı
konuşması, insanın kalbine işleyen sözleri ve hoş sesiyle okuduğu Kur'ân-ı kerîm
âyetleriyle, kendinden geçen Üseyd bin Hudayr:
- Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce söz. Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır,
dedi.
Ne yapması lâzım geldiğini anlattılar ve Üseyd bin Hudayr, kelime-i şehâdet
söyliyerek Müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde olduğu hâlde Mus'ab bin
Umeyr'e döndü ve;
- Arkamda bir adam var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eğer o Müslüman
olursa, Medîne'de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz, diyerek kalkıp
süratle gitti. Doğruca Sa'd bin Mu'âz'ın yanına vardı. Sa'd bin Mu'âz onu
görünce:
- Ne yaptın yâ Üseyd?
Bir fenâlığını görmedim
Üseyd bin Hudayr, Sa'd bin Muâz'ın Müslüman olmasını çok arzu ettiği için şöyle
cevap verdi:
- Mus'ab bin Umeyr ile konuştum, bir fenalığını görmedim. Yalnız duyduk ki,
Hâriseoğulları, teyze oğlun Es'ad'ın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından
kuşkulanarak teyzenin oğlunu öldürmek için harekete geçmişler.
Bu sözler Sa'd bin Mu'âz'a çok dokundu. Çünkü birkaç sene önce yapılan bir
savaşta, Hâriseoğullarını yenip, Hayber'e sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene
sonra da affedip, memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen
onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi Sa'd bin Mu'âz'ı çok kızdırmıştı.
Halbuki işin aslında böyle bir hareketleri yoktu. Üseyd bin Hudayr böyle bir
hîleye başvurarak, Sa'd bin Mu'âz'ın teyzesinin oğlu Es'ad bin Zürâre'ye,
dolayısıyla Mus'ab bin Umeyr'e zarar vermesini önlemek istedi. Böylece onların
tarafına geçmesini ve nihayet müslüman olmasını temin etmek gayretinde idi.
Sa'd bin Mu'âz, Üseyd bin Hudayr'ın, Hâriseoğullarının, teyzesinin oğlu Es'ad
bin Zürâre'ye zarar verecekler demesi üzerine, hemen yerinden fırlayıp, Es'ad
bin Zürâre'nin yanına gitti.
Oraya varınca baktı ki, Es'ad bin Zürâre ile Mus'ab bin Umeyr, son derece huzûr
ve sükûn içerisinde oturup, sohbet ediyorlar. Yanlarına yaklaşıp dedi ki:
- Ey Es'ad, aramızda akrabalık olmasaydı, sen bu adamı elimden kurtaramazdın.
Sen memleketinden çıkarılmış şu yabancı adamı, zayıflarımızın inançlarını bozmak
için mi çağırdın?
Hele sözümüzü bir dinle
Bu sözlere Mus'ab bin Umeyr yumuşak bir şekilde cevap verdi:
- Ey Sa'd, hele biraz dur, oturup bizi dinle, anla, sözlerimiz hoşuna giderse
ne âlâ, eğer sözlerimizi beğenmezsen, biz bunu sana tekliften vazgeçeriz. Bizi
bırakır gidersin.
Sa'd bin Mu'âz bu yumuşak ve tatlı sözler üzerine:
- Yerinde bir söz söyledin, dedi ve oturdu.
Mus'ab bin Umeyr, Sa'd bin Mu'âz'a önce İslâmiyeti anlattı. İslâmiyetin
esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur'ân-ı kerîmden bir miktar
okudu. O okudukça Sa'd bin Mu'âz'ın hâli değişiyor, kendinden geçiyordu.
Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir te'sîr
altında kaldı. Kendini tutamayıp dedi ki:
- Yemîn ederim ki ben, şimdiye kadar, hiç bilmediğim bir şeyi dinledim. Siz bu
dîne girmek için ne yapıyorsunuz?
Mus'ab bin Umeyr hemen ona Kelime-i şehâdeti öğretti. O da,
- Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh,
diyerek Müslüman oldu.
Sa'd bin Mu'âz Müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinç içerisinde yerinde
duramaz oldu. Üseyd bin Hudayr'ı yanına alıp, kavminin toplandığı yere gitti.
Abdüleşheloğullarına hitâben dedi ki:
- Ey Abdüleşheloğulları! Beni nasıl tanırsınız?
- Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz.
O hâlde hepinize haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de
Allahü teâlâya ve O'nun Resûlüne îmân etmenizi istiyorum. Eğer îmân etmezseniz
sizin hiçbirinizle konuşmayacağım, görüşmeyeceğim.
Medîne tekbîrle çınladı
Abdüleşheloğulları, reisleri Sa'd bin Mu'âz'ın Müslüman olduğunu ve kendilerini
de İslâma da'vet ettiğini duyar-duymaz hep birlikte Müslüman oldular. O gün
akşama kadar, Medîne semâlarını Kelime-i şehâdet ve tekbîr sedâlarıyla
çınlattılar.
Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra bütün Medîne halkı, Evs ve Hazrec kabîleleri
İslâmiyeti kabûl edip, îmân ettiler. Her ev İslâm nûruyla aydınlandı. Sa'd bin
Mu'âz ve Üseyd bin Hudayr, kabîlelerine ait bütün putları kırdı.
Bu durum sevgili Peygamberimize bildirildiğinde çok memnun oldu. Mekkeli
Müslümanlar sevince garkoldular. Bu sebeple o seneye (m. 621) sevinç yılı
denildi.
Sa'd bin Mu'âz İkinci Akabe bîatında bulunup, Resûlullaha bîat etti. Bu bîatte
bulunanlar Resûlullahı canları gibi koruyacaklarına ve gerekirse bu husûsta
mallarını ve canlarını fedâ edeceklerine söz verdiler.
Sa'd bin Mu'âz, Medîne'nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olduğu için,
Mekke'ye gidip, Kâ'be'yi tavâf ederdi. Müşrikler bu sebeple ona dokunamazlardı.
Bu ziyâretlerinden birinde Ebû Cehil karşısına çıkıp dedi ki:
- Siz bizim dînimizden ayrılanları himâye ettiniz. Onlara her yardımda
bulundunuz. Eğer burada seni himâyesine alanlar olmasaydı seni öldürürdüm. Dönüp
çocuklarına kavuşamazdın.
Sa'd bin Mu'âz, Ebû Cehil'in bu tehditli sözleri karşısında ona şu cevabı verdi:
- Eğer böyle bir şeye kalkışırsan, Medîne yakınından geçen ticaret yolunu keser,
seni bir daha oralara ayak bastırmam.
Bunları söylerken sesi öyle gürlüyordu ki, yanında bulunan Ümeyye bin Halef
yavaşça dedi ki:
Mekke'de mi öldürüleceğim?
- Sesini biraz alçalt, bu kişi bu vâdinin meşhûru.
Bunun üzerine Sa'd bin Mu'âz daha gür bir sesle konuştu:
- Yemîn ederim ki Resûlullah, bize senin katlonulacağını haber verdi.
- Mekke'de mi öldürüleceğim?
- Orasını bilmem.
Ebû Cehil bu şekilde Sa'd bin Mu'âz'dan öldürüleceği haberini aldığı için, Bedir
Savaşında Mekke'den çıkmamak istemiş, çevresinin ayıplaması üzerine Bedir'e
gelmişti. Nihayet Peygamberimizin buyurduğu gerçekleşip, Ebû Cehil Bedir
savaşında katledildi.
Sa'd bin Mu'âz, Bedir Savaşına katılarak, Bedir Eshâbından olmakla da
şereflendi. Bedir Savaşı başlamadan önce, Peygamberimiz Mekkeli müşriklerin bir
ordu hazırlayıp, Medîne'ye doğru harekete geçtiklerini haber alınca, bir danışma
meclisi kurup, Eshâb-ı kirâm ile istişâre yaptı. Onlara, fikirlerini sordular.
Ba'zıları dediler ki:
- Biz kervan için yola çıkmıştık. Onların kâr etmesine, mâni olmamız elzemdi.
Çünkü kazanacakları parayla, bize karşı ordu hazırlıyacak idiler!. Eğer savaştan
önceden haberimiz olsaydı; daha hazırlıklı hareket ederdik.
Resûl-i Ekrem efendimiz de buyurdu ki:
- Kervân, sahil yolundan savuşup gitmiştir. Şu Ebû Cehil ordusu ise bize
doğru gelmektedir.
Hizmetler nasîb eyle!
Bunun üzerine Evs kabîlesi reisi, Sa'd bin Mu'âz ayağa kalkarak şunları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Bizler, Allaha ve son Peygamberi olan Sana, îmân ettik. Allah
tarafından sana tebliğ edilen İslâmın, hak dîn olduğuna kalbden inandık,
doğruladık. Senin emirlerini dinlemek ve itâ'at etmek üzere, söz verdik. Temînat
verdik. Seni hak Peygamber olarak gönderen Yüce Allaha yemîn ederim ki, bize şu
denizi gösterip içine dalsan; Seninle birlikte denize dalarız. Hiç birimiz, geri
kalmayız. İslâm düşmanlarıyla çarpışmayı da, seve seve kabûl ederiz. Savaştan,
geri dönmeyiz. Düşman karşısında sabır ve sebâtla savaşırız.
İşte, cenâb-ı Hakka yalvarıyorum: Ey Yüce Allahım! Bize öyle hizmetler nasîb
eyle ki; gayretlerimizi görünce, Resûlünün göz bebekleri dahî gülsün! Yâ
Resûlallah! Artık bizleri, cenâb-ı Hakkın lütfû ile, istediğin yere götür.
Sa'd bin Mu'âz'ın bu sözleri üzerine Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
- Öyle ise, Allahın lütûf ve bereketine doğru yürüyünüz! Cenâb-ı Hak kat'î
olarak, ya kervanı, ya Kureyş ordusunu va'ad buyurmuştu. Vallahi ben,
Kureyşlilerin ölüp düşecekleri yerleri şimdiden görüyorum.
Bedir savaşından sonra Uhud savaşına da katılan Sa'd bin Mu'âz, gösterdiği
cesâret ve kahramanlıkla Eshâb-ı kirâm arasında çok sevildi. Bu savaşta oğlu Amr
şehîd oldu.
Uhud savaşında Peygamber efendimiz yaralanmıştı. Sa'd bin Mu'âz, Sa'd bin Ubâde
ile birlikte Peygamberimizin yaralarını sarıp, tedâvi etti.
Sa'd bin Mu'âz müşriklerle yapılan Hendek savaşına da katıldı. Bu savaşın
yapıldığı sırada, sağlam kalelerden olan Hâriseoğulları kalesinde Sa'd bin
Mu'âz'ın annesiyle birlikte bulunan Hazret-i Âişe şöyle anlatmıştır:
Kılıcını kuşanmış...
"O gün şiddetli bir ses duydum. Baktım ki, Sa'd bin Mu'âz, yanında yeğeni ile
savaşa gidiyordu. Kılıcını kuşanmış gür sesle şiirler okuyordu. Bunu işiten
annesi dedi ki:
- Oğlum, koş, arkadaşlarına yetiş, geri kalma!"
Hendek harbinde; Sa'd bin Mu'âz büyük bir kahramanlık göstererek savaşıyordu.
Savaş sırasında İbni Araka adlı bir müşrikin attığı ok ile kolundan yaralandı.
Ok atardamara isâbet edip, çok kan kaybına sebep oldu. Hazret-i Sa'd, yaralı bir
hâlde, etrafındakilerin kanı durdurmak için uğraştıklarını görerek, durumunun
ciddî olduğunu anladı ve şöyle duâ etti:
- Yâ Rabbî, Kureyş harbe devam edecekse bana ömür ihsân eyle. Çünkü senin
Resûlüne eziyet eden, O'nu yalanlayan bu müşriklerle savaşmaktan hoşlandığım
kadar başka bir şeyden hoşlanmıyorum. Eğer aramızdaki harp sona eriyorsa, beni
şehîdlik mertebesine yükselt. Fakat, Benî Kureyza'nın âkıbetini görmeden rûhumu
kabzetme.
Peygamber efendimiz bir çadır kurarak, Sa'd bin Mu'âz'ı oraya yatırttı.
Eslemoğulları kabîlesinden Rafide'yi de O'nun tedâvisine memur etti. Hazret-i
Sa'd, orada yattığı sırada Peygamberimiz sık sık yanına gelip, hâlini sorardı.
Peygamberimiz Hendek savaşı sona erince, derhal Benî Kureyza Yahûdîlerinin
üzerine hareket emri verdi. Benî Kureyza Yahûdîleri Peygamberimizle anlaşma
yaptıkları hâlde Hendek savaşının en kritik anında, müşrikler tarafına
geçmişler, Müslümanları arkadan vurmaya kalkmışlardı.
Sa'd bin Mu'âz böyle yapmamaları için onları ikâz etmişti. Fakat
dinlememişlerdi. Bu sebeple Hendek savaşından hemen sonra Benî Kureyza
Yahûdîleri kuşatma altına alındı.
Bu kuşatma bir ay sürdü. Sonunda teslim oldular. Haklarında verilecek hüküm için
Sa'd bin Mu'âz'ı hakem olarak istediler.
Onların bu isteği üzerine Peygamberimiz Sa'd bin Mu'âz'ı yattığı çadırından
getirtti. O, Yahîdîlere dedi ki:
- Ne hüküm verirsem râzı mısınız?
- Evet râzıyız.
Bunun üzerine Sa'd bin Mu'âz, Benî Kureyza erkeklerinin boynunun vurulmasına
hükmetti.
Allah ve Resûlünün hükmü
Sa'd'ın verdiği bu hüküm, Yahûdîlerin elinde bulunan kitaplarına tıpa tıp
uyuyordu. Bu hüküm gereğince erkeklerin boynu vuruldu. Kadınları ve çocuklar
esir alınıp, mallarına el konuldu. Benî Kureyza'dan ba'zı erkekler ise Müslüman
olup, kurtuldular. Sa'd bin Mu'âz bu hükmü verince Peygamberimiz buyurdu ki:
- Onlar hakkında, Allahın ve Resûlünün hükmüyle hükmettin.
Sa'd bin Mu'âz hazretleri Hendek savaşında ağır bir yara almıştı. Yarası
ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz, yanına gelip onu
kucakladı ve:
- Allahım, Sa'd, senin rızân için senin yolunda cihâd etti. Resûlünü de
tasdîk etti. Ona kolaylık ihsân eyle, buyurarak duâ etti.
Sa'd bin Mu'âz, Peygamber aleyhisselâmın bu sözlerini duyunca gözlerini açıp
şöyle fısıldadı:
- Yâ Resûlallah! Sana selâm ve hürmetler ederim. Senin, Allahü teâlânın
peygamberi olduğuna şehâdet ederim.
Melekler arasındaki müjde
Cebrâil aleyhisselâm, Peygamber efendimize gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de vefâtı melekler
arasında müjdelenen kimdir?
Bunun üzerine Peygamber efendimiz hemen Sa'd bin Mu'âz'ın hâlini sordu. Evine
götürüldüğünü söylediler. Peygamber aleyhisselâm yanında Eshâb-ı kirâm'dan
ba'zıları olduğu hâlde Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gitti.
Yolda süratli gitmeleri sebebiyle Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yorulduk yâ Resûlallah.
Bunun üzerine, Peygamber efendimiz:
- Melekler Hanzala'nın cenâzesinde bizden önce bulundukları gibi Sa'd'ın da
cenâzesinde bizden önce bulunacaklar. Biz önce yetişemeyeceğiz, buyurarak
hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı.
Peygamber efendimiz, Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gelince, onu vefât etmiş olarak
buldu. Baş ucuna durup, Sa'd bin Mu'âz'ın künyesini söyleyerek buyurdu ki:
- Ey Ebû Amr! Sen reislerin en iyisi idin. Allah sana saâdet, bereket ve en
hayırlı mükâfatı versin. Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana
va'dettiğini verecektir.
Eslem bin Hâris şöyle anlatmıştır:
İçerde Sa'd bin Mu'âz'ın cenâzesi yalnızdı. Başka kimse yoktu. Resûl
aleyhisselâm adımlarını gâyet geniş açarak evin içinde yürüyordu. Bu durumu
görünce yavaşladım. Durmamı işâret edince de durdum. Sonra da geriye döndüm.
Resûl aleyhisselâm içerde bir müddet durdu. Sonra dışarı çıktı. Çıkınca dedim
ki:
- Yâ Resûlallah, niçin öyle yürüdünüz?
- Böylesine kalabalık bir mecliste bulunmadım, melekler dolmuştu. Meleğin
biri beni kanadı üzerine aldı da ancak öyle oturabildim.
Sonra, Sa'd bin Mu'âz'ın lâkabını söyleyerek:
- Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr! Sana âfiyet olsun ya Ebâ Amr! Sana âfiyet
olsun yâ Ebâ Amr, buyurdu.
Hafif cenâze
Onun vefâtı Resûl aleyhisselâmı ve Eshâb-ı kirâmı çok üzdü. Gözyaşı döküp
ağladılar. Cenâzesinde bütün Eshâb-ı kirâm toplandı. Peygamber aleyhisselâm
cenâze namazını kıldırdı, cenâzesini taşıdı. Eshâb-ı kirâm, Sa'd bin Mu'âz'ın
cenâzesini taşırken dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Biz böyle kolay taşınan cenâze görmedik.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
- Sa'd'ın cenâzesine yetmiş bin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar
kalabalık hâlde inmemişlerdi.
Sa'd bin Muâz defnedilirken birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu
evine götürünce o toprak misk oldu. Cenâzesi kabre indirilirken Peygamber
aleyhisselâm kabri başında oturup, mübârek gözleri yaşardı.