Meşhur İslâm kumandanlarından.
İkrime bin Ebî Cehil, meşhûr İslâm düşmanı Ebû Cehil’in oğludur. Önce İslâma
büyük düşman idi. Mekke’nin fethedildiği gün, öldürülmesi emir buyurulan altı
kişiden biri de o idi.
İkrime, o gün Yemen’e kaçmak için gemiye bindi. Yolda fırtına çıkıp, gemi batmak
üzereyken, “Kurtulursam Muhammed’in ayaklarına kapanacağım” diye niyet etti.
Kurtulup, Yemen’e varınca, Müslüman olmaya karar verdi.
Ona taarruz etmeyin!
Hanımı ve amcasının kızı olan Ümmü Hakîm, Mekke’nin fethedildiği gün îman edip,
onun için de Peygamberimizden emân (af) almıştı. Yemen’e giderek ona müjdeyi
verdi:
- İnsanların en üstünü, en halimi ve en kerimi olan zat tarafından sana emân
getirdim. Senin için Resûlullahtan emân istedim. Eshâbına, “Allahü teâlânın
emânında olsun, kimse ona taarruz eylemesin!" buyurdu.
İkrime, hanımı ile Mekke’ye dönüp, Resûlullahın huzûruna geldi. Resûl-ı ekrem,
İkrime’nin geldiğini görünce, ona doğru gelerek ayakta karşıladı, kucaklaştılar.
Sonra Peygamber efendimiz oturdular. Emir buyurunca, İkrime ve hanımı da
oturdular. Zevcesinin yüzü kapalıydı.
Bundan sonra İkrime, Peygamberimize dedi ki:
- Zevcem, benim için sizden emân aldığını söyledi. Bu sebeple geldim. Resûl-ı
ekrem efendimiz buyurdu ki:
- Zevcen doğru söylemiş, sen emniyettesin.
İkrime bunun üzerine dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Önceki yaptıklarıma pişman oldum. Bana İslâmiyeti öğretir
misiniz?
Resûlullah efendimiz ona İslâmi öğrettiler. İkrime de, “Allahtan başka ilâh
olmadığına, Peygamberimizin de Allahın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ediyorum”
diyerek Müslüman oldu. Peygamber efendimiz de Cenâb-ı Hakka duâ ederek, onun
için af ve mağfiret talebinde bulundu.
Hazret-i İkrime, Müslüman olduktan sonra, Resûl-i ekrem ile beraber Medîne’ye
gitti. Oraya yerleşti. Hicretin onuncu yılında Resûlullah efendimiz tarafından
Hevazin’e zekât toplayıcı olarak gönderildi.
Mürtedleri temizledi
Hazret-i Peygamberin vefâtında Hazret-i İkrime, Yemen’in Tebâle şehrinde
bulunuyordu. Bu sebeple Resûl-i ekremin vefâtında Medîne’de bulunamamıştı.
Hazret-i Ebû Bekir devrinde İkrime, bir ordu ile Yemâme’de bulunan ve yalancı
Peygamberlik dâvâsına kalkışan Müseylemetül-Kezzâb üzerine gönderildi. Fakat
yardımcı kuvvetleri beklemeden Müseyleme’ye hücum edince mağlup oldu.
Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir, onu, önce Umman tarafında bulunan Huzeyfe’nin
yanına yardımcı kuvvet olarak gönderdi. Burada vazifesini yaptıktan sonra
Mehre’ye yolladı. Mehre halkının İslâmiyeti kabûlünden sonra, Hazret-i İkrime
ordusu ile birlikte Yemen’e gönderildi. Yemen’deki bütün mürtedleri ortadan
kaldırdı. Daha sonra Medîne’ye geri döndü.
Hazret-i Ebû Bekir, Yemen’deki mürtedleri temizleyen Hazret-i İkrime’yi, bir
ordu ile birlikte Suriye tarafına gönderdi. Burada Ecnadın’de Bizanslılarla
savaştı. Bu savaşta ağır yaralandı. Sonra Medîne’ye geri döndü. Daha sonra 636
yılında, Yermük savaşına katıldı.
Hazret-i Huzeyfe şöyle anlatıyor:
“Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri
ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye
başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu
aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan
sonra, nihayet aradığımı buldum.
Su istiyor musun?
Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor
konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki:
- Su istiyor musun?
Belli ki, istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti
ile, "Çabuk, hâlimi görmüyor musun?" der gibi bana bakıyordu. Ben
kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların
arasında Hazret-i İkrime’nin sesi duyuldu:
- Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!
Amcamın oğlu Hâris, bu feryâdı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen
Hazret-i İkrime’ye götürmemi istedi.
Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hazret-i
İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini
kırbaya uzatırken, Hazret-i Iyas’ın iniltisi duyuldu:
- Ne olur bir damla su verin! Allah rızâsı için bir damla su!
Bu feryâdı duyan Hazret-i İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Iyas’a götürmemi
işaret etti. Suyu o da içmedi.
Hepsi şehit oldular
Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa, Hazret-i Iyas’a
yetiştiğim zaman, son nefesini Kelime-i Şehâdet getirerek tamamladı. Derhal geri
döndüm, koşa koşa Hazret-i İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne
göreyim? Onun da şehit olduğunu müşâhede ettim.
Bâri dedim, amcamın oğlu Hazret-i Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne
çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula rûhunu teslim
eylemişti.
Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar
duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların
birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en
büyük îman kuvveti tezâhürü olarak hâfızama âdeta nakşoldu!” Hazret-i İkrime
şehit olduğunda, üzerinde 70’den fazla kılıç ve mızrak yarası vardı.
Hazret-i İkrime, İslâmiyetle şereflenince, çok samimi bir Müslüman olmuştur. Bu
ihlâsinin nişânesi olarak, savaştan savaşa at sırtında yıldırım gibi koşmuştur.
Cesâretli ve çok iyi bir kumandandı. Müslümanlığa gönülden bağlanmıştı. Kur’an-ı
kerimi eline alınca, önce alnına koyar, sonra ağlamaya başlardı.