Peygamber efendimizin elçilerinden.
Hazret-i Hâtib, genç yaşında Yemen’den Mekke-i Mükerreme’ye gelmiştir. Buraya
yerleşen Hazret-i Hâtib, burada evlenmiş ve birçok çocuğu olmuştur.
Hâtib bin Ebî Beltea, Müslüman olmadan önce, şâirliği ile meşhurdu. İyi bir
süvâri idi. Hicretten önce Müslüman olmakla sereflenmiş olup, bunun kesin tarihi
bilinmemektedir. Mekkeli Müslümanlarla birlikte, Peygamber efendimizin
hicretinden önce Medîne’ye hicret etmiştir.
Îmânı kuvvetli, teslimiyeti tamdı
Medîne’de bir süre Ensardan Münzir bin Muhammed’in evinde misâfir kalmıştır.
Resûlullah efendimiz, onu Ensardan Hâlid bin Râhile ile kardeş yapmıştı.
Hâtib bin Ebî Beltea hazretlerinin, îmani kuvvetli ve Resûlullaha olan sevgisi
ve teslimiyeti tamdı. Bedir, Uhud, Hendek harblerinde ve Bîat-ı Rıdvân ve
Hudeybiye’de bulundu.
Bedir savaşı, Müslümanlar ile müşrikler arasında yapılan ilk harptı. Bu harbe
katılan Eshâb-ı kirâmın gösterdikleri cesâret, sabır, fedakârlık ve Resûlullaha
olan bağlılıklarından dolayı, Allahü teâlâ, Bedir harbine katılan 313 Sahâbînin,
Cennette kavuşacakları nîmetleri haber vermiştir. Hâtib bin Ebî Beltea
hazretleri de bu müjdeye kavuşanlardandır.
Peygamber efendimiz, 1400 kadar Eshâbı ile hac niyetiyle Medîne’den yola
çıkmıştı. Hazret-i Hâtib da bunlar arasındaydı. Bunu haber alan Mekkeli
müşrikler, onları Mekke’ye sokmamaya karar verdiler.
Elçi olarak gönderilen Hazret-i Osman’dan bir haber gelmeyince, buradaki
mü-minler canlarını fedâ ederek Resûlullahı koruyacaklarına söz vermişlerdi.
“Bîat-i Rıdvan” adı verilen bu hâdiseyi, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, Fetih
sûresi 18. âyet-i kerîmesinde haber vererek, onlardan râzı olduğunu
bildirmiştir. Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:
“Ağaç altında sana bîat eden, emirlerini kayıtsız şartsız yapmaya söz veren
müminlerden Allahü teâlâ râzıdır ve onlara sekîne [kalblerine kuvvet]
veriyor ve sana olan sevgilerini, Sıdk ve ihlâsı biliyor ve onları yakın bir
feth ve zafer ile sevâblandıracağını müjdeliyor.”
Sözleri çok tesirliydi
Câbir bin Abdullah’ın bildirdiği hadis-i şerifte de Resûlullah efendimiz buyurdu
ki:
“Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!”
Hâtib bin Ebî Beltea hazretleri, hicretin yedinci senesinde Hayber gazâsında,
Yahûdilere karşı büyük bir cesâretle, kahramanca savaşan ve kalelerini muhâsara
eden süvârilerden biriydi. O, kuvvetli bir hitâbete ve iknâ edici bir konuşma
kabiliyetine sahipti.
Sözleri çok tesirliydi. Dinleyenleri mest ediyor, etkisi altında bırakıyordu.
Sûreti, görünüşü çok güzeldi. Güler yüzlü, tatlı dilliydi. İyi bir şâirdi.
Resûlullah efendimiz, hicretin altıncı yılında, Mekkeli müşriklerle bir sulh
antlaşması yaptıktan sonra, Medîne civarında bulunan altı hükümdara mektup
göndererek, onları İIslâm dînine dâvet etmişti.
Her bir hükümdara gönderdiği elçiler, Eshâbının en seçkinleri olup, sûretleri ve
sözleri en güzel olanlarıydı.
Ben götürürüm!
Peygamber efendimiz, Hâtib bin Ebî Beltea’yı Mısır kralı Mukavkis’a göndermişti.
Peygamber efendimiz, onu göndermeden önce sordular:
- Ey Eshâbım! Mükâfatı Allahü teâlâdan beklemek üzere, şu mektubu, Mısır
hükümdarına kim götürür?
Bunun üzerine Hazret-i Hâtib, hemen yerinden fırlayıp, ayağa kalktı ve
Peygamberimize dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ben götürürüm!
Bunun üzerine Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Ey Hâtib! Bu vazifeni, Allahü teâlâ senin hakkında mübârek eylesin!
Hâtib bin Ebî Beltea hazretleri, mektubu Peygamberimizden aldı. Vedâ edip, evine
gitti. Yol için hayvanını hazırladı. Âilesi ile de vedâlaştıktan sonra yola
çıktı. Önce Mısır’a vardı. Mukavkis’i orada bulamayınca, İskenderiye’ye gitti.
Orada hükümdarın sarayını buldu.
Kapıcı, içeriye almadan önce, maksadını öğrendi. Kapıcı Hazret-i Hâtib’a çok
hürmet etti. Onu hiç bekletmedi. Mukavkis, o sırada adamlarıyla bir meclis
kurmuş bulunuyordu.
Hazret-i Hâtib, Mukavkis’in toplantı hâlinde olduğu yere yaklaştı.
Peygamberimizin mektubunu eline alıp, ona gösterdi. Mukavkis, mektubu görünce,
Hâtib bin Ebî Beltea’yı yanına getirmelerini adamlarına emretti.
Müslüman ol!
Huzuruna varınca, Mukavkis, Peygamberimizin mektubunu Hazret-i Hâtib’dan aldı.
Mektupta şöyle yazıyordu:
- Bismillâhirrahmânirrahîm, Allahın kulu ve resûlü Muhammed’den Kibt’in
[Eski Mısır halkının] büyüğü Mukavkis’a, Allahü teâlânın hidâyetine tâbi
olana selâm olsun. Bundan sonra; ben seni İslâma dâvet ederim. Müslüman ol ki,
selâmet bulasın!
Allahü teâlâ sana iki kat ecir versin. Eğer yüz çevirirsen, bütün Kibt’in
vebâli senin üzerinedir.
Ey kitap ehli, sizin ve bizim aramızda bir olan söze gelin! Allahü teâlâdan
başkasına ibâdet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım! Allahü teâlâyı
bırakıp bâzılarımız bâzılarını Rab edinmesinler! Eğer bu sözden yüz
çevirirlerse, “Şâhid olunuz, biz Müslümanız!” deyiniz!
Peygamberimizin mektubu okununca, Mukavkis, Hâtib hazretlerine, “Hayırlısı
olsun!” dedi.
Mısır hükümdarı Mukavkis, kumandanlarını, devlet adamlarını toplayıp, Hâtib ile
aralarında, şu konuşmalar geçti:
- Ben, anlamak istediğim bâzı şeyleri sana soracak, bu hususta seninle
konuşacağım.
- Buyur, konuşalım!
- Sizi gönderen zat, gerçekten bir Peygamber ise, kendisini öz yurdundan
çıkarıp, başka bir yere sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde niçin bedduâ
etmedi?
- Sen, Îsâ bin Meryem’in bir Peygamber olduğuna inanıyorsun, değil mi?
Çok güzel cevap verdin
O, kavmi kendisini yakalayıp, öldürmek istediğinde, buna rağmen onlara bedduâ
etmedi ve Cenâb-ı Hak, onu, dünya semâsına kaldırdı. Mükâfatlandırdı. Halbuki,
o, kavminin helâk edilmesi için Allahü teâlâya duâ etse olmaz mıydı?
Hâtib’in bu cevabı üzerine, Mukavkis söyleyecek söz bulamadı ve bu sözü üç defa
tekrarlattı ve sonunda dedi ki:
- Çok güzel cevap verdin. Gerçekten sen, hikmet sahibi bir zatın yanından
gelen hakîm bir kimsesin.
Hazret-i Hâtib Hazret-i Mûsâ zamanındaki Firavun’u kasdederek Mukavkis’a dedi
ki:
- Senden önce, burada bir hükümdar vardı. O, halkına karşı, “En büyük ilâh
benim!” diyerek Rab olduğunu iddia etmişti. Allahü teâlâ da, onu dünya ve âhiret
azaplarıyla cezâlandırarak ondan intikam aldı. Sen ise, senden başkasından ibret
al da, başkasına ibret olma!
- Bizim için bir din vardır. Biz bu dînimizi, ondan daha hayırlısı olmadıkça
bırakmayız!
- Senin bağlı olduğun ve daha hayırlısı olmadıkça bırakmayacağını söylediğin
dîninden daha hayırlı olan din, hiç şüphesiz İslâmiyettir. Biz seni Allahü
teâlânın bu son dînine, İslâmiyete dâvet ediyoruz ki, Allahü teâlâ dînini onunla
tamamlamış, onu insanlara yeterli kılmıştır.
Dahası da yoktur. Bu Peygamber, yâni Muhammed aleyhisselâm, yalnız seni değil,
bütün insanları dâvet etti. Bu Peygamber, insanları İslâma dâvet ettiğinde;
Kureyş, Ona karşı, insanların en fazla tepki gösterip kaba davrananı; Yahûdiler,
en fazla düşmanlık edenleri; Hırıstiyanlar da en yakın olanları oldu.
Peygambere itaat emretmiştir
Yemin ederim ki, Mûsâ aleyhisselâmın Îsâ aleyhisselâmı müjdelemesi, ancak, Îsâ
aleyhisselâmın Muhammed aleyhisselâmı müjdelemesi gibidir. Binaenaleyh, bizim
seni Kur’ân-ı kerîme dâvet etmemiz, senin Yahûdileri İncil’e dâvet etmen
gibidir.
Bildiğin gibi, her Peygamber kendisini anlayıp idrâk edecek bir kavme
gönderilmiştir. Ve o kavmin, bu Peygambere itaat etmesi emredilmiştir. İşte sen
de bu Peygambere yetişenlerden birisisin. Biz seni, Hazret-i İsâ’nin da haber
verdiği Muhammed aleyhisselâmın dinine dâvet ediyoruz.
Hazret-i Hâtib’in, kendisini çok açık bir şekilde İslâmiyete dâvet etmesi
üzerine, Mukavkis dedi ki:
- Ben bu Peygamberin hâline baktım, emirlerinde ve yasaklarında aslâ akla uygun
olmayan birşey bulamadım. Anladım ki, bu kişi sihirbaz değildir. Kâhin ve
yalancı da değildir. Peygamberlik alâmetlerinden bâzı halleri kendinde buldum.
Gizli olan şeyleri meydana çıkarmak, bu alâmetlerdendir. Bâzı sırlardan haber
vermek, bu kişiden ortaya çıktı. Hele biraz düşüneyim.
Beş vakit namazı emrediyor
Mukavkis, Hazret-i Hâtib bin Ebî Beltea’yı Mısır’da 5 gün misâfir etti. Çok
hürmet edip, ikramlarda bulundu. Mukavkis, bir gece haber salıp, Hazret-i
Hâtib’i huzuruna çağırtıp, Peygamber efendimiz hakkında birçok sorular daha
sordu. Yanlarında, Arapça konuşan tercümanından başka kimse yoktu. Mukavkis’la
aralarında şu konuşmalar geçti:
- Onun hakkında soracağım şeylere doğru cevap verir misin? Eshâbının arasında
seni seçip gönderdiğini biliyorum. Ben sana üç şey soracağım.
- İstediğin şeyi sor! Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim.
- Muhammed, insanları neye dâvet ediyor?
- Yalnız Allahü teâlâya ibâdet etmeye dâvet ediyor. Gece ve gündüzde beş
vakit namaz kılmayı emrediyor. Ramazan orucunu tutmayı, Kâbe’ye hac etmeyi,
verilen sözde durmayı emrediyor. Kan ve ölmüş hayvan etini yemekten men ediyor.
- Onun şekil ve şemâlini, fizikî görünüşünü bana târif et!
Hazret-i Hâtib bin Ebî Beltea kısaca târif etti. Birçoğunu saymamıştı. Bunun
üzerine Mukavkis dedi ki:
- Anlatmadığın daha bâzı şeyler kaldı. Öyle ki, gözlerinde azıcık kırmızılık,
sırtında Peygamberlik mührü vardır. Kendisi hayvana biner, harmanî [sof] giyer,
hurma ve az etli yemekle geçinir. Amcaları veya amcaoğulları tarafından korunur.
- Bunlar da onun sıfatıdır.
- Ben gelecek bir Peygamber kaldığını biliyordum. Fakat onun Şam’dan çıkacağını
sanıyordum. Çünkü daha önceki Peygamberler hep oradan çıkmışlardı. Gerçi son
Peygamberin Arabistan’da, sertlik, darlık, yokluk ülkesinden çıkacağını da
kitaplarda görmüştüm.
Halkım beni dinlemez
Allahın kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz Peygamberin ortaya çıkma zamanı
da, tam bu zamandır. Biz, onun vasfını; “İki kız kardeşi bir nikâh altında
birleştirmez, hediyeyi kabûl eder, sadakayı kabûl etmez. Fakirlerle, yoksullarla
oturur, kalkar” diye de kitapta yazılı bulmuştuk.
Ona uymak hususunda Kibtîler beni dinlemezler. Ben saltanatımdan da
ayrılamayacağım. Bu hususta çok cimriyim. O Peygamber, ülkelere hâkim olacak,
kendisinden sonra da Sahâbîleri, bu topraklarımıza kadar gelip konacaklar. En
sonunda suradakilere galip geleceklerdir.
Ben Kibtîlere bundan ne bir kelime anarım, ne de hiçbir kimseye, bu konuşmamı
bildirmek isterim.
Mukavkis, Arapça yazan kâtibini çağırdı. Peygamberimizin mektubuna şöyle cevap
yazdırdı:
“Abdullah’ın oğlu Muhammed’e, Kiptîlerin büyüğü Mukavkis’tan, Selâm, senin
üzerine olsun. Gönderdiğin mektubunu okudum. Orada zikrettiğin şeyi ve yaptığın
dâveti anladım. Ben de bir Peygamberin geleceğini biliyordum. Ama onun Şam’dan
çıkacağını zannediyordum.
Elçine ikramda bulundum. Sana Kibtîlerin yanında büyük değeri bulunan iki câriye
ile giyecek elbise gönderdim. Bir de binmen için iki binek hayvanı hediye
ettim.”
Hemen memleketine dön!
Mukavkis, bundan başka ne bir şey yaptı, ne de Müslüman oldu. Hazret-i Hâtib bin
Ebî Beltea’ya dedi ki:
- Hemen memleketine, sahibinin yanına dön! Onun için iki câriye, iki binek
hayvanı, bin miskal altın, yirmi takım Mısır işi ince elbise ve daha başka
hediyeler gönderilmesini emrettim.
Senin için de, yüz dinar ve beş takım elbise verilmesini söyledim. Yanımdan
ayrılıp git! Sakın, Kibtîler, senin ağzından tek kelime bile işitmesinler!
Mukavkis, Peygamber efendimize ayrıca billûr bir kadeh, kokulu bal, sarık, Mısır
keten kumaşı, öd, misk gibi güzel kokular, baston, bir kutu içinde sürmelik, gül
yağı, tarak, makas, misvak, ayna, iğne ve iplik de hediye etti.
Mukavkis, Hâtib hazretlerine, Peygamberimiz hakkında, “Sürme kullanır mı?” diye
sormuştu. Hazret-i Hâtib da, “Evet! Aynaya bakar, saçını tarar, seferde,
hazarda, aynayı, sürmedanlığı, tarağı, misvaki yanından ayırmaz!” demişti.
Mukavkis’in, Peygamberimize hediye olarak gönderdiği iki câriye Mâriye ve
kardeşi Şîrîn’di. Hâtib bin Ebî Beltea yolda, bunlara Müslüman olmalarını teklif
edince, kabûl edip, Müslüman olmuşlardı.
Peygamberimiz Hazret-i Mâriye’yi hanım olarak kabûl edip, onunla evlendi. Oğlu
Hazret-i İbrâhim, ondan olmuştu. Şîrîn’i de Eshâbından, “Şâir-i Nebî” olan
Hassân bin Sâbit’e verdi. En iyi cins ve beyaza çok yakın gri tüylü iki binek
hayvanından katıra “Düldül”, merkebe de “Ufeyr” veya “Yafur” adı takıldı.
Muhâfız askerlerle gönderdi
O güne kadar Arabistan’da ak tüylü katır görülmemişti. Müslümanların ilk gördüğü
ak tüylü katır, düldül oldu. Peygamber efendimiz, hediye edilen billûr kadehle
su içerdi.
Hazret-i Hâtib bin Ebî Beltea, Mukavkis’in yanında kısa bir müddet kaldı.
Halbuki yabancı heyetler, Mukavkis’in yanında bir ay veya daha fazla kalırlardı.
Hazret-i Hâtib 5 gün kaldıktan sonra, Mukavkis’in ülkesinden ayrıldı. Mukavkis,
Hâtib hazretlerini Arap yarımadasına muhafız askerlerle gönderdi.
Bunlar, Arabistan’a ayak bastıkları sırada, Şam’dan Medîne-i Münevvere’ye
gitmekte olan bir kâfileye rastladılar. Hazret-i Hâtib kâfileye katılarak
Mısırlı askerleri geri gönderdi.
Hazret-i Hâtib hediyelerle Medîne’ye gelip, Resûlullahın huzuruna kavuştu.
Peygamberimiz de, Mukavkis’in hediyelerini kabûl etti. Hazret-i Hâtib,
Mukavkis’in mektubunu verip, sözlerini nakledince, Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ne kötü adam! Saltanatına kıyamadı. Hâlbuki îman etmesine mâni olan
saltanatı ise, kendisinde kalmayacak!
Eshâbım hasta olmaz!
Mukavkis’in gönderdiği hediyelerden biri de, bir doktor idi. Doktor gelince dedi
ki:
- Efendim! Mukavkis, beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava
bakacağım!
Resûlullah efendimiz kabûl buyurdu. Doktora, bir ev verdiler. Hergün nefîs
yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Bir Müslüman, doktora gelmedi.
Doktor, utanıp gelerek dedi ki:
- Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi.
Boş oturdum, yiyip içip, rahat ettim. Müsaade ederseniz, artık gideyim.
Resûlullah efendimiz tebessüm ederek buyurdu ki:
- Sen bilirsin! Eğer daha kalırsan, misâfire hizmet etmek, ona ikramda
bulunmak, Müslümanların başta gelen vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun!
Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü,
Eshâbım hasta olmaz! İslâm dîni, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım
temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça birşey yemez ve sofradan da, doymadan
kalkar!
Doktor, ülkesine geri döndü. Rum İmparatoru Heraklius’un da Resûlullah
efendimize böyle bir doktor gönderdiği, onun da bu şekilde geri döndüğü
kaynaklarda bildirilmektedir.
Mukavkis, Peygamberimizin mektubuna çok hürmet gösterip, fil dişinden yapılmış
bir kutu içine koymuş, kutuyu da mühürleyip bir câriyesine teslim etmişti.
Bu mektup 1850 senesinde Mısır’ın Ahmin bölgesinde eski bir manastırdaki Kibt
kitapları arasında bulunmuş ve Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid Hân tarafından
satın alınarak, İstanbul Topkapı Sarayında, Mukaddes Emânetler Bölümüne
konmuştur. Orada muhafaza edilmektedir.
Yine elçilik yaptı
Peygamber efendimizin âhirete teşriflerinden sonra, Hazret-i Ebû Bekir
zamanında, Hazret-i Hâtib tekrar Mısır’a elçi olarak gönderildi. Ebû Bekir’in
hilâfetinden sonra, Hazret-i Ömer devrinde de bu vazifesini çok iyi bir sûrette
yapan Hazret-i Hâtib, Mukavkis ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma; Mısır’ı
fetheden Amr İbnü’l Âs zamanına kadar yürürlükte kaldı.
Hâtib bin Ebî Beltea hazretleri, 650 senesinde Medîne’de vefât etmiştir.
Cenâzesini Hazret-i Osman kıldırmış ve Bakî kabristanına defnedilmiştir.
Eshâb-ı kirâmın Muhâcirlerinden ve Bedir harbine katılanlardan olan Hazret-i
Hatîb bin Ebî Beltea’nın künyesi, “Ebû Muhammed” veya “Ebû Abdullah”tır.
Kendisinin, Yemen’deki Kahtanî kabîlesine veya Necm bin Adiyy kabîlesine mensup
olduğu zikredilmektedir. Babası, Ebû Beltea’dır. Doğumu hakkında kesin bir tarih
bildirilmemiştir.