Sual: Tevekkülün dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Tevekkül, dinimizin bildirdiği sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi
sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. (Bir işe başladığın
zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!) âyet-i kerimesi, tevekkül ile
beraber azmederek çalışmak gerektiğini gösteriyor. (Al-i imran 159)
Tevekkül, herhangi bir işin, dinen, örfen sebeplerine yapışarak gayret gösterip,
neticeye ihlasla teslim olmaktır. Yani sonucu Allahü teâlâdan beklemek ve bu
sonucun kendisi için mutlaka hayırlı olduğuna inanmaktır. Doğru sebebe yapışan
doğru netice alır.
Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü olayları, ezelde
takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve
karşılamaktır. İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez.
Hayır sandığı çok şey, şerle, şer sandığı çok şey de, hayırla neticelenebilir.
Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demelidir.
Allahü teâlâ, kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için tedbir
almayı, hasta olunca ilaç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır.
Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl
olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı
kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu, akla ve dine uygun
değildir.
Allahü teâlâ, insanların, ihtiyaçlarına kavuşmak için bu sebepler kapısını
yaratmış ve açık bırakmıştır. Tesiri kesin olan ilaçları kullanmamak tevekkül
değil, ahmaklıktır, haramdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberani]
Hazret-i Musa, hastalanınca, “İlaçsız da Allahü teâlâ şifa verir” diyerek ilaç
kullanmadı. Allahü teâlâ (İlaç kullanmazsan şifa ihsan etmem) buyurdu.
İlacı kullanınca iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ, (Tevekkül
etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek mi istiyorsun? İlaçlara tesir
veren kimdir? Elbette tesirleri yaratan benim) buyurdu. (K. Saadet)
Doktora gitmeli, ilaç kullanmalı; fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı
Allahü teâlâdan istemelidir! İlaç kullanıp da iyi olmayan, ameliyat masasında
ölen az değildir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İmanınız varsa, Allah’a tevekkül ediniz!) [Maide 23]
(Tevekkül edene, Allah kâfidir.) [Talak 3]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok
dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]
Hazret-i İbrahim’in, mancınıkla ateşe atılırken, Hasbiyallah ve ni’mel vekil
dediği hadis-i şerifle bildirilmiştir. [Bana Allah’ım yetişir, O ne iyi vekil,
ne iyi yardımcı demektir.] Ateşe düşerken Hazret-i Cebrail gelip, “Bir dileğin
var mı?” diye sorunca, “Var, fakat sana değil” diyerek sözünün eri olduğunu
gösterdi. Bunun için âyet-i kerimede, (Sözünün eri olan İbrahim) diye
övüldü. (Necm 37)
Tevekkül, kalb işidir, imandan meydana gelir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının
pek çok olduğuna iman etmekle hasıl olur. Bu hâl, kalbin vekile itimat etmesi,
güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Böyle bir insan dünya
malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez. Rızkından
endişe etmez. Mesela, iftiraya uğrayan biri, mahkemeye düşünce kendine bir
avukat tutar. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder. 1-
Avukatı, ona yaptıkları iftirayı iyi bilir. 2- Avukatı doğruyu söylemekten
korkmaz. 3- Avukatın bunu canla başla savunacağına inanır. Avukatına böyle
inanır, güvenirse kendi ayrıca uğraşmaz. (Allah bize yetişir. O ne iyi
vekildir) âyetini iyi anlayıp, “Rızık takdir edilmiş, vakti gelince bana
yetişir” der. Demek ki, çalışmadan tevekkül dinimizde yoktur.
Tevekkül ve sebepler
M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir. Sebeplerin tesir etmesinin Allahü
teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş
sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş
olur. Tesir etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok
görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma
kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti
veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören
kimse, Allahü teâlâya asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir.
Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe
yapışmaktır.
Meşveretten sonra tevekkülü emretti. Ahiret işlerinde tevekkül olamaz, çalışmak
emrolundu. Burada, azabından korkmak ve merhametinden ümitli olmak gerekir.
Allahü teâlânın keremine, ihsanına güvenmeli ve emrolunan ibadetleri yapmalı,
yasak edilenlerden sakınmalıdır! Tevekkül budur ve kulluk böyle olur. (1/182)
Bir âyet meali:
(Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size
yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım
edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler!) [Al-i İmran 159,160]
Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka
egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak
değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç
bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.
Bu âyet, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini
bildiriyor. Demek ki her müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir.
Tevekkül bir zaaf değil, bir kuvvettir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği
öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Bir
müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son
derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun,
Allahü teâlânın kendisi için münasip gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek
kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve
bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük
günahtır. Bir âyet meali:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak [ihlas ile] yaptığı işler
[ahirette] fayda verir.) [Necm 39]
İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine
kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret
bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili
olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kısmet budur. Kısmet aynı
zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben vazifemi yaptım, ama ne yapayım ki
kısmetim bu imiş) diyen bir müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe
kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince
diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]
Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir.
Yeryüzündeki her canlının rızkı
Sual: Günümüzde bir kısım insanlar, geçim derdiyle olsa gerek, helale harama
dikkat etmiyor. Ailece çalışıp geçinemeyenleri var. Yalan söyleniyor, hile
yapılıyor, kul hakkına aldırış edilmiyor. Bu derece rızıktan endişe etmek doğru
mu?
CEVAP
Helale harama, kul hakkına dikkat etmemek uygun değildir. İslam âlimleri,
(Kim kime, neye güvenirse, yardımı ondan beklesin!) buyuruyor.
Âlimlerden birine "Hep ibadetle meşgul oluyorsun, ne yiyip ne içiyorsun?"
dediler. O da, dişlerini gösterdi. "Değirmeni yapan suyunu gönderir" demek
istedi. Çünkü rızıkları Allahü teâlânın gönderdiğine inancı tamdı. Âyet-i kerime
meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkını, Allah elbette gönderir.) [Hud 6]
Veysel Karani hazretleri, nasihat isteyen birine "Şam’a yerleş" buyurdu. O da
"Acaba Şam’da geçim nasıldır?" dedi. Hazret, "Rızıklarından şüphe edenlere
yazıklar olsun. Bunlara nasihat fayda etmez" buyurdu.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kendisine sığınanın her işine yetişir, hiç ummadığı yerden ona
rızk verir.) [Beyheki]
(İnsan, ihtiyaçlarını, Allahü teâlâya havale ederse, ihtiyaçlarını [husule
getirecek sebepleri] ihsan eder.) [Hakim]
Mesela, herkesin sana merhamet ve hizmet etmesini temin eder. Yahya bin Muaz
Razi hazretleri buyuruyor ki:
"İnsanlar seni, Allahü teâlâyı sevdiğin kadar sever. Allahü teâlâdan korktuğun
kadar, senden korkarlar. Allahü teâlâya itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler.
Ona itaatin nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, Onun için olsun!
Yoksa, hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka,
kimseye güvenme!"
Ebu Muhammed Raşi hazretleri buyuruyor ki:
"Kendin ile Allahü teâlâ arasında en büyük perde [engel], hep kendi menfaatini
düşünmek ve kendin gibi, bir âcize güvenmektir. Sofilik, istediğin her yere
gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesten hürmet görmek
değildir. Her hâlinde Allahü teâlâya güvenmektir."
Allahü teâlâdan başka güvenilecek, dost edinilecek hiç kimse, hiçbir şey yoktur.
Allahü teâlâdan başkasına sığınmak, örümcek ağına sığınmaya benzetilmiştir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’tan başka dost edinenin hâli, örümceğin durumuna benzer. Halbuki
barınakların en çürüğü örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41]
Nasıl tevekkül etmeli
Sual: Tam İlmihal’de, (Bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan
başkasının tesir ettiğini düşünse, bu kimsenin tevhîdi, noksan olur. Eğer,
hiçbir sebep lazım değildir dese, İslamiyet’ten ayrılmış olur. Eğer sebepleri
araya koymak lazım değildir derse, akla uymamış olur. Lazımdır derse, sebepleri
hazırlayana tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhidde noksanlık olur) deniyor.
Burasını anlayamadım. Sebeplere güvensek de güvenmesek de suç oluyor. Nasıl
tevekkül etmemiz gerekiyor?
CEVAP
Evet tevekkül bahsi zordur. Yukarıdaki yazıyı üç madde halinde açıklayalım:
1- İyi kötü, hayır şer her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanacağız.
Bazı şeylere bazı şeyler tesir ediyor denirse itikadımız düzgün olmaz. Her şeyin
yaratıcısı Allahü teâlâdır. Bir âyet meali:
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
2- İşlerin yapılması için hiçbir sebep lazım değil denirse, Allahü teâlânın
koyduğu sebepler inkâr edilmiş olur. Mesela, ben evlenmesem de benim çocuklarım
olur demek çok yanlıştır. Çocuk olması için ana baba gibi sebeplere ihtiyaç
vardır.
3- Sebepler lazımdır, sebepsiz olmaz derse, sebeplere güvenmiş olur, yine
tevhidi noksan olur. Yani nasıl ana baba olmadan çocuk olur demek yanlış ise,
çocuğun olması için mutlaka ana babayı şart etmek ve çocukları Allahü teâlânın
yaratmasında rolü olmadığını söylemek de çok yanlıştır. Ana baba olsa da çocuk
olmayabilir. Ana baba olmadan da Allahü teâlâ çocuk yaratabilir. Hazret-i Adem
ile Hazret-i Havva’yı anasız babasız, Hazret-i İsa’yı babasız yaratmıştır.
Sebeplere güvenmeyeceğiz, sebepleri yaratanın da Allahü teâlâ olduğunu
bileceğiz.
Sebepler âlemindeyiz, Allahü teâlânın âdeti sebeplerle yaratmaktır. Sebepsiz
yaratılması mucize veya keramet olur. Sihri yaratan da Allahü teâlâdır. Her şeyi
yaratan Odur.
Bu üç maddeyi özetleyelim:
Bir iş yapmak istersek sebeplerine yapışacağız, ama, sebepler mutlaka bu işi
yapar demeyeceğiz. Mesela çocuk sahibi olmak için evleneceğiz, ama evlendik
garanti çocuğumuz olur da demeyeceğiz. Hastaysak doktora gideceğiz, ilaç
alacağız, ameliyat olacağız, ama bu sebepler bizi iyi etti demeyeceğiz. Çünkü
ameliyat masasından kalkamayız da. Sebeplere güvenmeyeceğiz. Sebepleri yaratanın
da, sebeplere tesir kuvvetini verenin de Allahü teâlâ olduğunu bileceğiz.
Kendine güvenmek uygun mudur?
Sual: Kişisel gelişim ile ilgili yazılarda, kitaplarda, (Kendinize
güvenin) deniyor. Kendine güvenmek, uygun mu?
CEVAP
Müslüman, nefsine [kendine] değil, Allahü teâlâya güvenmelidir. Yani, her
konuda, elinden geldiği kadar çalışmalı, sebeplere yapışmalı; fakat sebeplerin
tesirini Allahü teâlâdan beklemelidir. Tevekkül de, bu demektir.
İslam âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, yalnız Allaha güvenenin, her dileğini
ihsan eder.
Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, yalnız Rabbine güvenenin, her dilediğini verir ve bütün
insanları buna yardımcı yapar.) [F. Bilgiler]
Ebu Muhammed Abdullah Raşi, buyuruyor ki:
Allahü teâlâ ile insan arasında olan en büyük perde, kendine veya kendisi gibi
aciz olan bir kula güvenmesidir. (Mektubat-ı Masumiyye)
İslamiyet, tevekkülü emreder, tembelliği men eder. Bir hadis-i şerif meali:
(Deveni bağla ve sonra Allahü teâlâya tevekkül et!) [İbni Asakir]
Bu hadis-i şerif, hem tevekkül etmek, hem de çalışmak lazım olduğunu açıkça
bildiriyor. Tevekkül, Allah’tan yardım bekleyerek, güçlükleri yenmek demektir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!) [Âl-i
İmran 159]
Bu âyet-i kerime, tevekkül ile beraber, yalnız çalışmak değil, çalışmanın
üstünde olan, azmin de gerekli olduğunu gösteriyor. Demek ki, her Müslüman
çalışacak, azmedecek, sonra da, Allahü teâlâya güvenecektir.
Tevekküle inanmayanlar, tevekkülden alınan kuvvet ve cesaretin yerini boş
bırakmamak için, “kendine güvenmek” ifadesi ile, bu ihtiyacı karşılamaya
çalışıyorlar. Bu da gösteriyor ki, tevekkül edilecek, güvenilecek bir yer
lazımdır. O da, sadece, Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki: Allahü teâlâ, dilemedikçe, kendime hiçbir fayda ve zarar getirmeye,
kâdir değilim.) [Araf 188]
Bu âyet-i kerime ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak, kendine
güvenmek diye bir şey aramak yanlıştır. Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve
tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye yol
açar.
Tevekkülde, başkasının yardımına güvenmeyip, yalnız Allah’a sığınarak çalışmak
inancı bulunduğundan, kendine güvenmekten beklenilen kuvvetten kat kat fazla
kuvvet hasıl olmaktadır. Kendine güvenen, kimsesizdir. Tevekkül eden,
Müslümanın, kendi çalışmasından başka, Allah’ı vardır. Bu tükenmez kaynaktan
kuvvet almaktadır. Tevekkül eden Müslüman, hem bütün kuvveti ile çalışmakta; hem
de, kazancını kendinden bilmek gibi egoistliğe düşmemektedir. (Faideli
Bilgiler)
Önce Allah’a, sonra sana
Sual: Birine bir şey verirken yahut çocuğunu bırakırken, (Önce Allah’a,
sonra sana emanet ediyorum) demek caiz midir? (Allah’a pek güvenmiyorum,
onun için sana da emanet ediyorum) anlamı çıkmaz mı?
CEVAP
Müslüman, o manada söylemez. Emanet edilecek asıl yerin, Allahü teâlâ
olduğunu bilir. Zaten bu sözüyle bunu bildiğini ve buna iman ettiğini de
bildiriyor, ayrıca bu kıymetli bilgiyi karşısındakine de hatırlatıyor, yani sen
de bunu unutma demeye getiriyor.
(Deveni bağla, sonra Allahü teâlâya tevekkül et) hadis-i şerifi,
sebeplere yapıştıktan sonra, neticesini Allah’a bırakmak gerektiğini bildiriyor.
Birisine çocuğunu emanet etmek, deveyi bağlamak gibidir. Deveyi bağlamadan
Allah’a emanet etmek, tevekküle aykırıdır.
(Önce Allah’a, sonra sana emanet ediyorum) demek, (Bunu sana emanet ediyor,
Allah’a da tevekkül ediyorum) demektir. Yoksa (Allaha güvenmediğim için, sana
emanet ediyorum) demek değildir.
İhtiyacını söylemek
Sual: İhtiyaçlarını insanlara bildirmemeli deniyor. Bildirilmeyince insanın
ihtiyacı nasıl karşılanır ki? Bir de, eşin dostun gönüllerini almak, onları
kırmamak için karşı cinsle tokalaşmak, onlara sarılmak caiz midir?
CEVAP
Birinci sualde, ihtiyaçların karşılanmasını Allahü teâlâdan değil de,
insanlardan beklemek kast ediliyor. Hadisi şerifte, (İnsan, ihtiyaçlarını,
Allaha havale ederse, ihtiyaçlarını [meydana getirecek sebepleri] ihsan
eder) buyuruldu. Mesela, herkesin ona merhamet ve hizmet etmesini temin
eder, böylece ihtiyaçları görülmüş olur. Mesela, herkesin sana merhamet ve
hizmet etmesini temin eder. Başka bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İnsan, ümit bağladığı yere havale edilir. Eğer Allahtan başkasına ümit
bağlamazsa, Allahü teâlâ da onun işini kendi üzerine alır, başkasına havale
etmez.) [Hâkim]
Kim Allah için ise, Allah da onun içindir. Allahü teâlâ, her işte rıza-i ilahiyi
düşüneni kendi himayesine alır. İnsanların rızasını gözetip, Rabbimizin rızasına
uymayanların işini insanlara bırakır.
Yahya bin Muaz Razi hazretleri buyuruyor ki:
İnsanlar seni, Allah’ı sevdiğin kadar sever. Allah’tan korktuğun kadar, senden
korkarlar. Allah’a itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler. Ona itaatin
nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, Onun için olsun! Yoksa hiçbir
işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka, kimseye
güvenme!
İkinci suale cevap olarak da, İmam-ı Rabbani hazretleri, (Eşin, dostun
gönüllerini yapmak için, kendini günaha sokmak ve ahiretin sonsuz azaplarına
atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir) buyuruyor.
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bir kimse kötü insanların kızacakları şeyde Allahü teâlânın rızasını ararsa,
Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın
kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, Allahü teâlâ onun işini insanlara
bırakır.) [Tirmizi]