Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünyada en zor şey, din kitabı yazmaktır; çünkü yazdığımız o kitapla, okuyan
ya Cennete veya Cehenneme gidecek. Birincisi ne iyi, ikincisi ne kötüdür. Onun
için bizim de çok dikkat etmemiz gerekir. Bizim yüzümüzden hiç kimse Cehenneme
gitmemelidir. Yoksa bizi de beraberinde götürür. İbadetlerimiz bize fayda vermez.
Âlim olan, bu korkudan dolayı kendinden hiçbir şey söylemez. Her şeyi büyük
İslam âlimlerinin kitaplarından alır, yani nakleder. Böyle olunca da, kıymetli
olur. Nakli esas alan kitapların, mesela Fetava-yı Hindiyye’nin, İbni Abidin’in
çok kıymetli olmaları, bundan dolayıdır.
Bir şey öğrenmek için çok kitap okuyan, eğer bir mürşid-i kâmile kavuşmamışsa,
mutlaka sapıtır; çünkü hepsi farklı farklı rivayetleri almışlar. Onda öyle
yazıyor, diğerinde böyle yazıyor. Bir de her kitap, kendi zamanına göre
yazılmıştır.
Bir mürşidi gören kimse, ne kadar çok kitap okursa okusun, sapıtmaz; çünkü
mürşidi ona mayınlı yerleri göstermiştir. Onlara basmaz. Ona da mürşidi
göstermiştir, mürşidine de mürşidi göstermiştir. Bu silsile, Peygamber
efendimize kadar gider.
Rast gele kitaplardan okuyarak öğrenilen bilgiler, doğru da olsa unutulabilir;
ama büyüklerden işiterek öğrenilenler unutulmaz. Onun için Peygamber efendimiz,
(İlim üstaddan öğrenilir) buyurdu.
Emir, çalışmayıp oturursa, emri altındakiler yatar. Herkes başa bakar. Osmanlı
padişahları ordunun başındayken, zaferden zafere koştular. Ne zamanki saraydan
idare etmeye başlanınca, olanlar oldu.
Allahü teâlâ tembeli, boş duranı sevmez.
Bir gün daha bitti. Bu demektir ki, bir gün daha ölüme yaklaştık.
Bir talebe, bir din meselesi öğrenmek için derse giderken, her adımına sevab
yazılır. Melekler kanatlarını onun yoluna sererler. Gökteki kuşlar, yerdeki
hayvanlar, denizdeki balıklar onlar için dua ve istiğfar ederler. Bu, öğrenmek
içindir. Ya öğretmek için olursa, onun kat kat sevabı olur.
Büyüklerin hakiki talebesi, hocasını ilk tanıdığında nasılsa, sonunda da öyle
olur. Edep ve tevazuundan hiçbir şey kaybetmez.
Allah için hizmet, almak üzerine değil, vermek üzerine yapılır. Vermekte
muhabbet, almakta düşmanlık vardır. Veren el, alan elden kıymetlidir.
Herkese anlayacağı şekilde konuşmak, herkese güler yüzlü ve tatlı dilli
davranmak gerekir.
Ne mutlu yerde olanlara; çünkü feyz, yere yayılır. Sular aşağı akar.