* Peygamber efendimize, (Ya Resulallah, Müslüman nasıl olur?) diye sordular.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
(Müslüman güler yüzlü ve tatlı sözlü olur.)
Güler yüz ve tatlı sözün dinimizin yayılmasında önemli yeri vardır. Böyle
olmayan insanlar dine fazla faydalı olamazlar. Daima tatlı sözlü ve güler yüzlü
olmak Müslüman olmanın birinci alametidir. Bazı insanlar çok hassastır, çok
duygusaldır. Ona bir sert bakarsanız kalbi kırılır, üzülür.
* Karınca hacca gitmeye karar vermiş, demişler ki, sen bu halinle hacca
gidebilir misin? Niye gitmeyeyim demiş. Nasıl gidersin, ömrün yetmez demişler.
Bir güvercine takılırım. Güvercin uçar ben de giderim demiş. Dolayısıyla Allahü
teâlâ bizi böyle karınca iken uçan bir kuşa rast getirirse Kâ’beyi bulabiliriz.
Yani Rabbimizin rızasının nerede olduğunu öğreniriz. En zor iş budur. (Ya
Rabbi bana doğruyu doğru olarak, yanlışı yanlış olarak bildir) diye dua
etmelidir. Bu, şekilde dua etmek, hadis-i şerif ile bildirilmiştir.
İnsan bu ölümlü dünyada kötü bir şeye doğru diye sarılırsa yanar. Eğer doğru bir
şeye yanlış diye saldırırsa mahvolur. Onun için dünyada en zor şey; doğru
hangisi, eğri hangisi ayırabilmektir. Bu, insanın kendi başına yapacağı bir şey
değildir. İnsan aklı buna yetmez. Bunu daha evvel bilen birinin göstermesi
lazımdır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:
(Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan bir tanesi doğru,
yetmiş ikisi bozuk olacak.)
Bozuklar itikat bakımından olduğu için, bu yetmiş ikisi Cehenneme girecek.
Ümmetim dediği için de, Cehennemden sonra gene çıkacak. Ama (Ümmetim)
dediği için. Dolayısıyla, Cehenneme uğramadan, bu azabı çekmeden, Cennete bir
fırka girecek. Bu da (Ehl-i Sünnet vel Cemaat) fırkasıdır.
Allahü teâlâ sahipsiz olmaktan korusun. O büyükleri tanımayan, o büyükleri
sevmeyen, o büyüklerin yolunda gitmeyen, çok büyük tehlikededir.
* Bizim dinimizin iki esası vardır; biri öğrenmek diğeri öğretmek.
Dinimizin en büyük düşmanı cehalettir. Onun için nerede ilim varsa, din
oradadır, nerede din varsa ilim oradadır, ilimsiz din olmaz, onun için ilim
öğrenmek çok büyük ibadettir, çok büyük sevabdır.
Eğer bir mümin gece yatmadan önce, biraz kitap okusa, biraz ilim öğrense, sabaha
kadar ibadet etmiş gibi sevab verilir. Ondan sonra istediği gibi yatsın. Ne var
ki bir kitap okusa, biraz çocuğuna verse, yavrum oku da dinleyelim dese, o
evdekilerin hepsi sabaha kadar ibadet sevabına kavuşuyorlar. Elden ayaktan
düştüğümüz zaman yani musalla taşına koyulduğumuz zaman, ne namaz var, ne oruç
var, ne ilim var, ne öğrenmek var artık. Kefenle birlikte defterler kapandı
ancak sadakayı cariye dediğimiz bizim sebebimizle hayırlı bir iş olursa ne âlâ,
bir şeyler öğretmemizin sebebi o, iyi bir evlat, iyi bir talebe, iyi bir hizmet
eğer varsa bu öldükten sonra da sevap yazdırmaya devam eder, asıl mesele bu.
Yoksa ben ihtiyarlayınca elden ayaktan düşünce kenarda varlıklarım olsun, yedek
akçem olsun, kiralık evlerim olsun diye fâni bir dünya için yatırımı düşünen bir
Müslüman nasıl olur da, öldükten sonrası için yatırımı düşünmez buna akıl
ermiyor. Ki o yatırdıklarına kavuşacağı da belli değil.