* Elektrik, ampulde parlayarak belli olur. Aslında ampulde elektrik yoktur,
ancak orada varlığı ortaya çıkar. İnsanda da Allahü teâlâ, yürek denilen et
parçasında aynen o ampuldeki elektrik gibi kalb denilen görünmeyen kuvveti
yaratmıştır. İnsanın içinden, dışından gelen her şey ama her şey bu kalbde
toplanır. Kur’an-ı kerim okur, tesbih çeker, kötü düşünceler, akıldan, nefsten,
duygu organlarından gelen her şey burada toplanır. Kalb bu kadar karışık
tesirler içinde ne yapacağına karar verecektir. Çünkü dimağ kalbden ne emir
gelirse onu yaptırır. İyi olsun, kötü olsun, hayır olsun şer olsun dimağ peki
efendim der ve kalbin söylediğini yaptırır. Ne emredersiniz onu yaparım der.
İşte kalbin bu karışık duygular, fikirler içinde doğru karar verebilmesi için
kuvvetli, sağlam olması lazımdır. Allahü teâlâ insanın içine nefsi koymuş. 24
saat her nefes, her an, bütün ömür bu kâfir, hep Allahü teâlâya düşmanlık
yapacaktır. Bunu böylece bilmek lazımdır. Bütün bu kötülüklerin aslı içimizde.
Bunu böylece bileceğiz, kabul edeceğiz.
Peki Allahü teâlâ niye nefsi yarattı, niye bu kadar kötü şeyi içimize soktu?
Nefsin bu kadar kötülüğü yanında faydaları da vardır. Çünkü nefs olmazsa kimse
iş yapamaz, çalışmaz, üremez, evden çıkmaz, hiçbir şeye karışmaz. Bütün bunların
olması için nefs lazımdır. Mesela elektrik ne kadar faydalı, insanları imha eden
silahları ateşleyen, geceleri fuhşu yaptıran, kötü yayınları yaptıran da bu. Su
da çok faydalı, susuz hayat olmaz. Seller, boğulmalar, evleri yıkan harap eden
de hep su...
İşte Allahü teâlâ içimize böyle bir nefsi koydu, ama bunun yanında insana her
zaman doğruyu gösterecek, iyiyi-kötüyü, eğriyi-doğruyu tartacak bir miyar, ölçü
aleti verdi. Bu da akıldır. Aklın vazifesi; içerden dışardan gelen karmakarışık
şeylerin eğrisini doğrusunu kalbe bildirmek. Aklın da doğruyu bulabilmesi için,
bu karışık şeylere dalmaması için, sağlam sıhhatli olması lazımdır. Akıl nasıl
sıhhatli olur. Aklın sağlam olması için kefen giymesi lazımdır. Peygamber
efendimiz, (Yürüyen ölü görmek isteyen Ebu Kuhafe’nin oğluna [Ebu
Bekir’e] baksın) buyurdu. Çünkü Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh)
kendini her an kefen içinde görürdü. Eshab-ı kiramın en akıllısı idi. Çünkü
kendini bir an kefenin dışında görmedi. İşte aklın doğru karar verebilmesi için
ölümü ve ölümden sonrasını hiç unutmaması lazımdır. Eğer ölümü unutursa o zaman
dünyaya göre hareket eder. Halbuki ahiret sonsuzdur. İşte bu bozuk akla
(ahireti, ölümü unutmuş, dünyaya dalmış akla) akl-ı meaş denir, bu yanılır.
Ölümü unutmayan, ahirete göre karar veren akla, akl-ı muad denir. Akl-ı selim
budur. Bunun için de doğru yazılmış ilm-i hâl kitapları okumalıdır.
Akıl kalbe doğrusu budur, böyle yap der. Evet hepimiz, bunları ilimleri
biliyoruz, her şeyi öğrendik, ama netice, bildiğimiz gibi olamıyoruz,
bildiğimizi yapamıyoruz. Peki, şimdi ne yapacağız? Çare? Her şeyin çaresi
vardır. İki şeyin çaresi yoktur. İhtiyarlık ve ölüm..
İmam-ı Rabbani hazretleri bunun çaresini, çok kolay, herkesin anlayacağı şekilde
iki üç kelime ile özetliyor:
(Kendine böyle bir arkadaş bul.) [Yani kurtulmuşlarla beraber ol]
Bu arkadaş zengin, mevki sahibi değil, çöpçü de olur. Bu takva işi. Sen onu
bul, bırakma yapış...
* İnsanın nefsi, Allah’la kul arasında en büyük engeldir. İnsanın nefsi, Allahü
teâlânın rızası ile kendisi arasında en büyük duvardır. Bu duvarı delmek lazım.
Bu duvar nedir? Bu duvar şöhrettir, Allah korusun. Bu duvar âmir olmaktır, emir
vermek arzusudur. Tehlikeli. Bu duvar kibirdir, Allah korusun çok tehlikeli, çok
tehlikeli, çok tehlikeli... Çünkü Cenab-ı hak bir hadis-i kudside “Bütün
günahların cezasını affederim, Azamet ve Kibriya bana mahsustur. Kim bunda bana
ortak olmak isterse, hiç acımam, Cehenneme atarım” buyuruyor. Bütün
günahlara Allahü teâlâ, sıfatları ile düşmandır. Kibirliye ise zatı düşmandır.
Bu duvarların yıkılması için aletler farklıdır. Bunun ilacı ibadet değildir.
Bunun ilacı, imam-ı Rabbani hazretleri gibi bir Allah dostunu sevmek, onunla
beraber olmaktır. Onları seven, kitaplarını okuyup yollarında olan, onunla
beraber olmuş demektir.