Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Bir kimse Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa fakat üzerinde bir kuruş kul
hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennete giremez.
* Kul hakkı çok mühimdir. Allahü teâlâ her türlü günahı affedebilir. Ama, kul
hakkıyla gelmeyin buyuruyor. Kul hakkıyla gidenin işi adalete bırakılır.
Adaletin ne şekilde hüküm vereceği belli olmaz. Allah korusun çok kimse ümitle
gider de, hâli perişan olur.
* Size haksızlık eden, zulmeden, malınızı mülkünüzü gasp eden aslında size
iyilik etmiştir. Eyvah onların haline. Sen mazlum, onlar zalim. Alan düşünsün.
Ahirette zalim ağlayacak, mazlum gülecek. Zalim verecek, mazlum alacak.
* Günahı çok olan ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını dağıtsın.
* Kendisine himmet gelen kimse, yerinde duramaz.
* Fakirlere verilen sadaka namazdaki kusurları giderir.
* Cenab-ı Hak Ramazan orucunun karşılığı ile iftiraya uğrayan kullarının
ecirlerini hesapsız vereceğini vaat ediyor. Merhametlilerin en merhametlisi olan
Allahü teâlânın kereminin sonsuzluğuna bakın ki; mümin kullarının hesaplarını
sevap-günah tartısıyla ölçmenin yanında; kulun lehine olarak iki kapıyı ardına
kadar açık bırakıyor. Halbuki; sevaplarla günahların yazılışlarında bile kulun
lehinde hareket edilir; bunları tespitle görevli melekler, kulun hayırlı bir iş
murat edip de yapamaması halinde bile sevap yazarken, kötü bir düşünceyi ise,
ancak fiile döktükten sonra kayda geçirirler.
* Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri anlatır:
Bir defa cihânın süsü ve kâinâtın efendisi olan Peygamber efendimizi rüyada
görmekle şereflendim. Yan yana uzanmış yatıyorduk. O kadar yakındık ki, mübarek
nefesi yüzüme geliyordu. Bu esnada susadım. İmam-ı Rabbani
hazretlerinin oğulları, orada idiler. Resulullah, onlardan su getirmesini
emretti. Yâ Resulallah, onlar benim pîrimin oğullarıdır) diye arz ettim.
(Onlar söz dinler) buyurdu. Onlardan biri, kalkıp su getirdi. Kana kana
içtim. Sonra; (Yâ Resulallah, İmama-ı Rabbani müceddîd-i elf-i sânî hakkında ne
buyurursunuz?) diye arz ettim. (Ümmetimde onun bir benzeri yoktur)
buyurdu. (Yâ Resulallah! Mektûbât'ı, mübarek nazarlarınızdan
geçti mi?) dedim. (Eğer ondan hatırladığın bir yer varsa oku) buyurdu.
Ben de, Allahü teâlâ için; (O, verâ-ül-verâ sonra yine verâ-ül-verâ'dır,
yani Allahü teâlâ ötelerin ötesidir. Akıl neyi düşünür ve neyi tasavvur ederse O
değildir) yazdığını söyledim. Resulullah efendimiz bunu çok beğendi ve;
(Tekrar oku!) buyurunca, tekrar okudum. Bu ifâdeleri çok güzel buldu. Bu
hâl epey bir müddet devam etti.
Sabah olunca büyüklerden bir zât erkenden gelip bana; (Ben bu gece rüyamda
sizin bir rüya gördüğünüzü gördüm. O rüyayı bana anlat!) deyince, anlattım.
Çok beğenip, hayret etti. Ben gördüğüm bu rüyada, Resulullah efendimizin mübarek
nefesinin ve sohbetinin bereketiyle kendimi tamâmen nûr ve huzur içinde buldum.
Uyanık iken ele geçen şeylerden daha çok bereketli olan bu rüyanın bereketiyle
günlerce acıkmadım ve susamadım.