[Bu hikâye, 1980 yılından önceki anarşi döneminde yazılmıştır. O gözle
okunursa olaylar kolay anlaşılır.]
Saliha Hanım, gelin olalı henüz bir hafta olmuştu. Kaynanası yaptığı her işe
karışıyor, hep suç araştırıyordu. Beyi, işinden eve gelince, Saliha Hanım,
utandığı için karşılamamıştı. Hemen kaynanası:
— Kız ne duruyorsun, dedi; oğlanı karşılasana!
Başka bir gün de, Saliha Hanım, beyini karşılamaya gidince, kaynanası:
— Ne o kız, dedi, o kadar göresin mi geldi?
Saliha Hanım, evi erken süpürse de, geç süpürse de, kaynanası çıkışıyordu.
Herhangi bir kusur işlese asla affedilmiyordu. Ama aynı kusuru kızı işlese, ona
bir şey denmiyordu. Çamaşır yıkarken, dikkatsizliği yüzünden yarım kilo
deterjanın hepsini kaynar suyun içine dökmüştü. Bunu gören kaynana bağırmaya
başladı:
— İnsafsız kız, dedi. Birkaç çamaşır için ilâcın hepsi dökülür mü? Zavallı
yavrum akşama kadar hayvan gibi çalışsın, gelin hanım da oğlumun kazandığını
yere döksün. Olmaz, buna dayanamam, kimse dayanamaz. Düşmanın malı bile olsa
böyle yapılmaz.
Saliha, yalvarır şekilde:
— Anne, dedi, özür dilerim, kasten bilerek yapmadım, elimden kaydı.
— Tabii bilmeden yaptın. Ne zahmetle kazanıldığını bilseydin elbette yapmazdın.
Kendi evinizde hiç böyle bir şey yaptın mı? Yapmazsın elbette.
— Anne affet, bir daha yapmam.
— Ne ise bu seferlik affediyorum. Kalbini kırmadığıma şükret! Bir daha yaparsan
gözünün yaşına bakmam ha!
Aksilik bu ya, aynı gün pişirdiği yemeği biraz yakmıştı. Yemeğin üstünü aldı.
Yanık altta kaldığı için üstte yanık kokusu gelmiyordu. Akşam yemek yendi. Kimse
yanık kokusunun farkında değildi. Yemekten sonra kaynana mutfağa gidince
tencerenin dibindeki yanığı görmüştü. Ne düşünmüşse, geline çıkışmamıştı. Ertesi
gün, Saliha Hanım, yine bir aksilik olmasın diye yemeği dikkatle pişirdi. Hiç
yakmadı; ama akşam kocası yemekten bir kaşık alınca:
— Saliha dedi. Yemekten yanık kokusu geliyor.
Saliha da baktı. Hakikaten yemekte yanık kokusu vardı. (Evet, yanık kokusu
geliyor) demek zorunda kaldı. Kaynana dedi ki:
— Oğlum, kusura bakma, daha cahildir. Evimize yeni alışmaktadır. Bir daha
dikkat eder. Olur, böyle şeyler. Biz, yeni gelinken, az mı yemek yakmıştık.
Kaynana, gelini övücü çok şeyler söyledi. Oğlu da, kaynanayla gelin iyi
geçindiği için memnun oldu. Gelin sofrayı kaldırınca, dünkü yanık yemeğin yok
olduğunu gördü. Bugünkünün içine karıştırılmış olduğunu anladı. Ama gözüyle
görmediği için kaynanası mı, yoksa görümcesi mi koymuştu bilemiyordu. Birkaç gün
sonra yemeğin tuzunu biraz kaçırmıştı. Kaynanayla görümce fazla yemeden sofradan
çekildiler. Saliha, ertesi günü yemeğe hiç tuz koymadı. Sofrada konabilirdi.
Herkes birer kaşık aldıktan sonra yüzlerini ekşitmişlerdi. Saliha da merak
ederek bir kaşık da o aldı. Ne görsün? Yemek tuzdan, biberden yenmez haldeydi.
Bunu kim yapmıştı? Kendisinden ne istiyorlardı? Kocasına yemeğe hiç tuz
koymadığını söylemişse de, inandırıcı olmamıştı.
Kaynana, gelinini anne ve babasını ziyaret etmek üzere bir günlüğüne Şişli’ye
göndermişti. Kendileri Fatih’te oturuyorlardı. Gelin ertesi gün gelecekti. Gelin
babasının evine gidince, kaynanayla görümce, evi dağıttılar. Her tarafı
düzeltilecek, süpürülecek hale getirdiler. Oğlan akşam eve gelince, annesi:
— Oğlum, dedi gelin hanım, ben babamın evine gideceğim dedi. Ben de
git dedim. Evi bu hâle koyup gitti. Bacınla düzeltip süpürecektik. Ama senin bir
kere görmeni istedik. Evlâdım, bu gelinden çektiğimizi bir Allah bilir, bir de
biz.
Salih düşünüyor, bir şeye karar veremiyordu.
Olaylar böyle cereyan ederken, görümce evlenmek üzeredir. Kına gecesinde
kadınlar oynuyor, mâniler söyleniyordu. Sarışın bir gelin oynamaya çıktı. Hem
oynuyor, hem de türkü söylüyordu:
İstemem başka bir dert
Kaynana derdim var benim
Buruşuk suratı sert
Kaynana derdim var benim
Yaşlı kadınlara dönerek size söylüyorum der gibi şöyle devam ediyordu:
Vahşi, hödük kaynana
Dişleri gedik kaynana
Oğlun neler getirdi
Sensiz yedik kaynana
Seyirci kadınlardan alkış gelince daha da coşarak türküye devam etti:
İstersen aş, kaynana
Kazanda piş kaynana
Doktor çare bulmasın
Dertlere düş kaynana
Ah şu kediyi tutsam
Etinden sucuk yapsam
Görümcem haspa ile
Kaynanama yuttursam
Alkış tufanı kopuyor. Genç kızlar, (İsteriz, isteriz) diye tempo
tutuyorlardı. Yaşlı kadının birisi, bu türkülere canı çok sıkılmış olmalı ki,
(Yeter kızım, biraz da biz oynayalım) dedi. Herkes, yaşlı teyzeye bakıyordu.
Hem oynuyor, hem de o da türkü söylüyordu:
Oğlum, hanımın çok has
Su vermiyor bir tas
Kahrı çekilmez oldu
Tutuyorum her gün yas
Gelin vurunca taşı
Yandı annenin başı
Bu gelinin zulmünden
Dinmez gözümün yaşı
Kıymetli paşa oğlum
Binlerce yaşa oğlum
Gelin canıma yetti
Çabuk gel, boşa oğlum
Birkaç, kaynananın alkışı duyuldu ise de, gelinler hemen hücuma geçerek
(Yeter kes) dediler. Vakit çok ilerlediği için, misafirler dağıldı.
Evli bir gelin, evlenmemiş yaşlı kızlara laf atarak şunları söylüyordu:
On beşine giren bir kız
Yeni açmış güle benzer
On altıda pek kararsız
Hızlı esen yele benzer
On yedide deli dolu
Hiç düşünmez sağı solu
Bilmez nere gider yolu
Boz bulanık sele benzer
On sekizde ağrır başı
İlerliyor artık yaşı
Bekler hayat arkadaşı
Bir günü bir yıla benzer
On dokuzda kalır naçar
Dertlerini kime açar
Aylar yıllar gelip geçer
Geçilmeyen yola benzer
Yirmisinde olgunlaşır
Huzursuzdur dalgınlaşır
Belki diye ümit taşır
Gurbetteki kula benzer
Bu türkü, haklı olarak genç kızların tepkisine yol açtı. Hep birlikte gelini
protesto ettiler.