Sevim, Salih’i bıraktıktan sonra, uygun birine kanca takmak istiyordu.
Ömer’le ilgilenmişse de fazla bir yüz görmedi. Ömer, bir gün eve gittiğinde “Şair
Sevim” dediği kızdan bir mektup geldiğini görmüştü. Mektup şöyleydi:
“Sevgili Ömer,
İlk defa böyle bir mektup yazdığım için çok heyecanlıyım. Ne yazacağımı
bilmiyorum. Beni mazur gör! Ömrümde senin kadar uygun birini göremedim.
Düşüncelerimi birkaç şiirle ifade ediyorum.
Çok yüksekten uçarsın,
Her yere nur saçarsın,
Niye benden kaçarsın?
İnsafına sığındım.
Sular gibi akarsın,
Ciğerimi yakarsın,
Niçin dargın bakarsın?
İnsafına sığındım.
Göz yaşlarım çağlasın!
Senin için ağlasın!
Beni sana bağlasın!
Mektup yazarsan eğer.
Bülbüller güle gelir,
Ördekler göle gelir,
Şu kalbim dile gelir,
Mektup yazarsan eğer.
Yollarında gözüm vardır,
Pek utangaç yüzüm vardır,
Sana gizli sözüm vardır,
Utancımdan yazamadım.
Sana çoktan verdim karar,
Söylenecek çok sözüm var,
Yazsam belki eller duyar,
Utancımdan yazamadım.”
Ömer, mektubu ve şiirleri okuyunca hayret etti. Mektubu alıp ertesi günü Salih’e
gösterdi. Salih, Sevim’den olduğunu öğrenince Ömer’e sordu:
— Ne diyorsun Ömer? Hazır bir nimet... Kapına gelmiş.
— Sevim’i bilmiyor musun, hiç uygun birisi değil. Çok kimseyle konuştuğunu
görmedin mi?
— Konuşur, n’olacak yani? Onlarla arkadaş olarak konuşuyor. Seninle de
evlenmek için konuşuyor.
— Zamane kızlarının hangisine güvenilir? Sevim’in, arkadaşlığın ötesinde
konuştuğunu gördüm.
— Kalbindeki niyetini nereden biliyorsun? Suizan etmen doğru mu? Baksana ilk
defa mektup yazdığını söylüyor.
— İlk olsun, son olsun, hiç hoşuma gitmiyor. Cevap olarak ne yazayım?
— Mektuba gerek yok. Şu iki satırı yazabilirsin:
Edep sende ar sende,
Sayılmadık yâr sende.
İkisi de gülüştüler. Salih dedi ki:
— Gerçekten, mektuba hiç gerek yok. Okula gidince bir daha mektup yazmamasını
söylersin. Alâkanın olmadığını iyice bilsin! Ümit bırakmayacak şekilde kesin
konuş!
Ömer, daha önce kararını verdiği için, mektubu okur okumaz yırttı. Ertesi sabah
kesin şekilde gerekli cevabı verdi. Sevim bakalım artık hangi kapıları çalacaktı?
Salih, evlenene kadar nikâhı yapıp yapmamayı düşünüyordu. Nikâh yapsa, Ayşe’nin
babasının evinde yaptığı bazı hareketlerden sorumlu olurdu. Nikâh yapmasa
evlilik öncesi görüşme mümkün olmazdı. Önce Belediye muamelelerini tamamlamaya
çalışıyordu. Nişan işi de hazırdı. Nişan gecesinde mevlit okutulacak, pasta,
limonata verilecek ve yüzük takılacaktı. Yarın gece okunacak mevlide komşu
kadınlar ve tanıdıklar çağrıldı. Kadınlara okuduğu mevlit ve ilâhilerle haklı
bir şöhrete kavuşan Ahu Hanımı da davet ettiler. Bu kadının okuduğu mevlide
herkes hayran olur, dinleyenler âdeta vecde gelirdi. Nişan Ayşelerin evinde
yapılacaktı. Erkeğe altın haram olduğu için Salih’e gümüş bir yüzük, Ayşe’ye de
altın bir yüzük alındı. Ayşe yarınki gece için heyecanlanıyordu. Gece geç vakte
kadar uyuyamadı. Sabah ezanı okunurken uyandı. Güzel bir rüya görmüştü.
Peygamber efendimiz nişanlarının hayırlı olması için dua etmişti. Sevinçle
kalkıp abdestini alarak namazını kıldı. Rüyayı anlatmanın uygun olmayacağını
bildiği için, hiç kimseye anlatmadı.
Davetli kadınlar gelmiş, mevlit okunmaya başlanmıştı. Ahu ablanın güzel sesi
karşısında hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Mevlitte zaten ses çıkmazdı. Kadınlar
nerede olursa olsun, konuşmayınca duramazlardı; ama burada hiç sesleri
çıkmıyordu.
Gelini ilahilerle karşıladılar. Geline yüzük takıldı. Pastalar yendi.
Limonatalar içildi. Tanıdık kadınlar birbirleriyle konuştular. Dedikodu yaptılar.
Sonunda dağıldılar.
Kaynana derdi Ayşe’yi uyutmuyordu. Ayşe bunları düşünürken odasının kapısı
çalındı.
— Kim o?
— Ağabeyin Ömer.
Ayşe kapıyı açtı.
— Ayşe, daha uyumadın mı?
— Uyuyamadım abi.
— Sana bir müjde vermeye gelmiştim.
— Hayırdır inşallah.
— Salih’in annesi, Salih’e öyle öğütler vermiş ki, Salih sevincinden ağlamış.
Bana anlattı. (Hanımınla iyi geçinmezsen, hakkımı helâl etmem) demiş. Çok şeyler
söylemiş. Evde en ufak bir geçimsizlik istemediğini söylemiş. Gelinle iyi
geçineceğe benzemektedir.
Salih’in iyi bir insan olduğu, annesinin de ondan aşağı kalmadığını, Ömer
iyice anlattı. Ayşe biraz rahatlamıştı. Abisi gittikten sonra uyumuş, güzel
rüyalar görmüştü. Rüyalara pek inanmazdı; ama abdestli yatınca, sabaha karşı
görülen rüyaların hayra alamet olduğunu biliyordu. Sabah vakti girmişti.
Abisiyle babası camiye gitmişti. Hemen kalkıp abdestini alarak sabah namazını
kıldı. Namazdan sonra evliliğinin hayırlı olması için dua etti. Gözlerinden
yaşlar döküldü. İnce kalble yapılan duaların kabul olduğunu biliyordu. Ağlaması
onu ferahlatmıştı. Sevinçle yerinden kalkarak çayın suyunu koydu. Sabah
kahvaltısını hazırlamaya başladı. Annesi mutfağa girince:
— Kızım, dedi, bugün sen misafirsin. Bırak da ben hazırlayayım!
— İnsan annesinin misafiri mi olur? Şimdiden mi beni evden ayırmak
istiyorsun?
— Yok kızım. Hiç anne evladını evinden çıkmasına razı olur mu? Allahü
teâlânın emri böyle. Sen hiç merak etme. Seni hiç yalnız bırakmam. İhtiyacın
olursa getiririm.
Beraberce sofrayı hazırladılar. Ayşe’nin iştahı kesilmişti sanki. Bir şey
yiyemiyordu. Sofradakiler fark ettilerse de karışmadılar. Birkaç saat sonra
gidecekti. Herkeste bir üzüntü hali vardı.