Dini Konular
Ara

Salih’in sınıf arkadaşı devrimci Mustafa, Salih’in derslerdeki başarısına, üstün zekâsına hayran olmuş, Salih’in niye devrimci olmadığına hayret etmişti; çünkü Mustafa’ya göre, zeki, okumuş her insan, muhakkak devrimcidir. O halde Salih’le görüşülüp sosyalizmin kurtuluş formülü anlatılırsa, devrimci olması işten bile değildir. Bu düşünceyle Salih’i buldu:
— Salih, dedi, Seninle biraz konuşabilir miyiz?

— Hayrola!

— Bizde hayırdan başka ne olur?

— Peki konuşalım!

— Şu caminin yanındaki kahvenin bahçesi uygun...

Beyazıt Camisinin yanındaki çay ocağının bahçesindeki, boş masalardan birine oturdular. Mustafa konuşmaya başladı:
— Salih, dedi. Senin bilgine, zekâna hayranım. Senin gibi birisinin içine kapanık durması normal değildir. Seni takip ettim. Namaz kıldığını gördüm. Namaz kılmaktaki maksadın nedir?

— Kendimi kurtarmak.

— Ne kadar bencilsin öyle. Bütün insanlığı kurtarmak dururken kendini kurtarmaya çalışıyorsun. Müslümanlık dediğin nedir senin?

— Müslümanlık tek kelimeyle güzel, iyi ahlâktır.

— İyi ahlâk karın doyurur mu?

— Herkes iyi ahlâklı olursa, bütün bir millet kurtulur.

— Nasıl kurtulur?

— Ahlâk sahibi kimse, yalan, hile bilmez. Kimseyi dolandırmaz. Hırsızlık yapmaz. Çalışıp insanlığa faydalı olmak ister. Muhtaçlara yardım eder. Böyle cemiyette polise, bekçiye gerek kalmaz. Bütün millet mutlu olur.

— Herkesin kendiliğinden erdemli olması zordur. Bu bakımdan bütün insanların mutlu olması, düzenin bozuk olmamasına ve yasaların halkın ihtiyacına cevap vermesine bağlıdır.

— Fikrine katılıyorum.

— Elbet katılacaksın. Kitap gibi konuşurum. Zaten bizim düşüncemiz deneyden geçmiş, bilimsel doktrindir. Halkın bünyesine uygun yasalar yapılmalıdır.

— Rejimi kanunlar tayin eder. Kanunları da insanlar yapar. Hâlbuki insanlar çeşit çeşittir. Her insanın fikri yapısı başka olduğu için insan sayısı kadar düşünce olabilir. Sonra insanların, kini, garazı, sempatisi, acizliği, basitliği, tamahı, egoistliği, hâsılı çeşitli zaafları bulunabilir. Yapılan yasalarda da bu zaaflar belli ölçüde etki eder mi etmez mi?

— Evet, etkisi olur.

Salih, saatine baktı. İkindi ezanı okunmak üzereydi.
— Mustafa, dedi, işim var. Geç kalmayayım. Arzu edersen başka bir zaman yine görüşürüz.

Ayrıldılar. Salih, ikindiyi kılmak üzere camiye girdi. Mustafa, arkadaşı Kaya’nın yanına gitti. Salih’le görüştüğünü, konuşmalarından hatırında kalanları anlattı.
— Kaya, dedi, ne söylemişse inkâr edemedim. Evet demek zorunda kaldım.

— Gericilerle dini konulara girmeyeceksin. Ekonomiden bahsedeceksin. Büyük balığın küçük balığı yuttuğundan, ilkel komünlerden bahsedeceksin. Bak o zaman cevap verebilir mi?

— Madem öyle bir de sen görüş!

Mustafa ile Kaya, yine aynı yerde Salih’le buluştular. İlk söze Kaya başladı:
— Kurtuluş soldadır. Başka sistemler büyük balığın küçük balığı yeme esası üzerine kurulduğu için, solla mukayese edilemez.

Salih, dedi ki:
— Sol, daima büyük şeylerin karşısındadır. (Büyük balık, küçük balığı yutar) sözü doğrudur. Bu batıl sistemlerde böyledir. Bu sistemlerde hak, daima kuvvetlinindir. Yani kuvvetli olan haklıdır. Hâlbuki dinimizde haklı olan kuvvetlidir. Sol, her büyüğü parçalamak, ufak parçalar haline getirmek ister.

— İyi ya işte, toplumda sömürücü kimse kalmaz.

— Mesele büyük balığın, yani zenginin yok edilmesi değil, zenginin fakirleri sömürmesi önlenmelidir. Sol, büyük şey istemez. Büyük fabrika, büyük köprü, büyük baraj istemez. Kısacası büyük devlet istemez.

— Elbette istemez. Büyükler daima küçükleri sömürür. Bir yerde büyükle küçük, zenginle fakir, kuvvetliyle zayıf bulunursa, büyük küçüğü, zengin fakiri, kuvvetli zayıfı sömürür. Her şey küçük olursa kimse kimseyi sömüremez.

— Tatlıyı sever misiniz?

— Severim.

— Tatlıyı sevme diye senelerce sizi eğitseler, tatlıya olan sevginiz yok olur mu?

— Olmaz.

— Tatlıyı sevdiğiniz halde, şeker hastası olsanız, eğitimle tatlının şeker hastaları için zararlı olduğunu öğrenseniz tatlı yer misiniz?

— Yemem.

— Demek ki, eğitimle insan fıtratındaki şeyler değişmiyor; ama terbiye edilince zararlarından kaçınmak mümkün oluyor. Mutlu bir hayat ister misiniz?

— Kim istemez? Zaten bizim amacımız da bütün insanları refaha kavuşturmaktır.

— Niye tasdik ettiğiniz şeyi inkâr ediyorsunuz.

— Nasıl yani?

— Sosyalizm adı altında bütün üretim araçlarını, maddi gücü, rahatı, ne varsa hepsini devlete, devleti yönetenlere vermiştiniz. Halk da karın tokluğuna çalışıyordu.

— Eee?

— Devleti yönetenler, tatlıları yemeye, rahat içinde yaşamaya başladılar. Halk da ekonomik bir hayvan gibi çalışıyor. Zannediyorsunuz ki, öyle bir zaman gelecek, patronlar, eğitimle tatlıları acı hissedecek, rahatı rahatsızlık kabul edecek, ondan sonra kendi kendini tasfiye edecek, böylece deminki söylediklerinizi inkâr ediyorsunuz.

— Yine anlamadım.

— Eğitimle iyiyi kötü, kötüyü iyi hissetmek ilme ne kadar aykırıdır. O zaman dünyada tatlı, rahat diye bir şey kalmadı demektir. Bu solun hurafesidir.

— Eğer yöneticiler kendi kendilerini tasfiye etmezlerse, halk ihtilâlle onları indirir.

— Halkın ihtilâl yapması bir şeyi değiştirmez.

— Niye değiştirmesin ki, kendilerini sömürenleri indirir. Artık sömüren kimse kalmaz.

— Diyelim ki halk ihtilâl yaptı. Başa kimi geçirecek?

— Halktan bir devlet kurulur.

— Yani tekrar başa döndük. Bu sefer, ihtilâl yapanlar, yani baştakiler rahat yaşayacak, eski yöneticilerle diğerleri köle gibi yaşayacaktır.

— Niçin?

Kaya, saatine baktı.
— Gecikiyoruz. Akşam oldu. Bu gece duvarlara yazı yazacağız.

Kaya koşarak uzaklaştı.

Deniz, Devrim, Kaya, Rebel ve Suzan duvarlara slogan yazmak üzere Tüm-sol-der’de toplandılar. Liderleri Deniz, gerekli talimatı verdi:
— Boya ve fırçalar tamam. Rebel, Devrim ve Kaya yazıları yazacak, biz de Suzan’la gözcülük edeceğiz.

Suzan, silâhların yanına gitti. Deniz’e sordu:
— Hangilerini alıyoruz?

— Makineliye gerek yok. Tabanca alsak yeter. Polisler devrimciyse, zaten bize yardım ederler, faşistse tabanca da onları temizlemeye yeter.

Rebel söze karıştı:
— Ya polisler sosyal faşistse?

— Kim olursa olsun, yazılarımıza mani olmaya çalışan olabilir olursa, alnından kurşunlarız.

— Ya attıkların boşa giderse?

— Biz Filistin’de eğitim gördük. Sosyal faşistler gibi Rusya’dan yardım görsek her yeri silâh deposu haline getiririz.

[Devrimciler, solcu olmayan herkese faşist damgasını basarlar. Hatta kendi gruplarından olmayana, “Sosyal faşist” veya “Maocu faşist” gibi adlar takarlar.]

Deniz, sloganların okunaklı yazılması hakkında gerekli talimatı verdi:
— Savsözler beyinlerinde yer edecek şekilde ilginç yazılsın. Ş harfi orak çekiç gibi yazılsın. Devrimcilikten maksadımızın komünistlik olduğunu herkes öğrensin.

Rebel, Rusya’ya da karşı oldukları halde Ş harfinin orak çekiç şeklinde yazılmasının sebebini öğrenmek istedi:
— Biz sosyal faşizme de karşı değil miyiz? Neden Ş harfini orak çekiç şeklinde yapıyoruz?

— Nedeni olur mu bunun? Örgütün emri bu... Nasıl yaz diyorlarsa öyle yazacağız. Orak çekiç komünizmin sembolüdür. Bugünkü revizyonist Rus yöneticileri devrimi amacından saptırmışlarsa orak çekicin suçu ne?

— Bugün hangi savsözleri yazıyoruz?

— Sıkıyönetime hayır, kurtuluş devrimde...

Sokaklara girdiler. Deniz’le Suzan gözcülük yaptı. Diğerleri sloganları yazmaya başladılar. İkinci sokağa girdiler, yazı yazmaya başlarken Deniz’in ıslığı işitildi. Boyaları bir köşeye koyup hiç bir şey yokmuş gibi yürümeye başladılar. Gelenler Denizlerin yanından geçerken:
— Siz yazmaya devam edin, dediler. Biz sizi gözetleriz. Faşist polisler gelirse, ıslık çalarız.

Deniz, teşekkür etti.
— Siz gidin, biz işimizi biliriz.

Yeni bir sokağa girdiler, gidenlerden aldıkları cesaretle, daha rahat yazmaya başladılar. Ortalık ışıyıncaya kadar yazmaya devam ettiler. Tek tük bazı kimseler bunların yazdıklarını görüyorlarsa da korkularından bir şey demiyorlar. Bana ne diyerek, çekip gidiyorlardı.

Bir gören mi haber verdi, ne oldu, iki polis çıka geldi.
— Elin duvarlarını niçin kirletiyorsunuz? Duvarlara yazı yazmanın suç olduğunu bilmiyor musunuz? Cezası altı aydan başlar. Haydi, biz görmemiş olalım çekin gidin!

Rebel, yılışarak cevap verdi:
— Biz faşist değil, devrimciyiz. Alın şu fırçaları da, biraz da siz yardım edin?

Polisler, böylesini de hiç görmemişlerdi.
— Devrimciymiş, faşistmiş biz anlamayız. Biz devletin polisiyiz. Görünmeyin buralarda!

Polislerin yazı yazdırmayacakları anlaşılınca Deniz’le Suzan tabancalarını çekip polislerin ikisini de kurşunladılar. Polisler kanlar içinde yuvarlandılar. Devrimci gençler de kaçıp gittiler.

Sabah oldu. Bütün TÜM-DER’li zorbalar sol yumruklarını kaldırarak cenaze törenine iştirak ettiler. Millete söverek iki polisi defnettiler. Radyo ve televizyonlar, haber bültenlerinde demokratik denilen sol derneklerin ateş püsküren bildirilerini yayınladı. Polislerin faşistlerce katledildiği, faşizmin tırmanışa geçtiği, faşizm önlenmezse eyleme geçeceklerini belirttiler.