Salih, ertesi günü okula gitti. Sevim’i gördüğü halde hiç yüz vermedi. Okulda
fazla durmadan eve geldi. Cevap vermeye gerek görmedi. Birkaç gün okula gitmedi.
Annesine gelen yeni mektuptan bahsetti. Annesi dedi ki:
— Oğlum, iki satır bir şey yaz. İstemediğini söyle! Boşuna ümit edip durmasın!
— Anne, okula gidince yüzüne ters ters baktım. Anlamış olması gerekir. Arife
tarif gerekmez.
— Oğlum, yine sen, nasihat edici bir mektup yazsan iyi olur.
Salih, (Anne bir düşüneyim) diyerek ders çalışmaya başladı.
* * *
Sabah oldu. Salih yine okula gitmedi. Evde derslerine çalışmaya başladı. Annesi
Saliha Hanım da, uygun kız aramaya başlamıştı. Bugün de yine bir mektup geldi.
Yine şiirler vardı.
Peş peşe gelen mektuplar Salih’i rahatsız etmişti. Ders çalışırken de, kafası
hep mektuplarla meşguldü. Okuduğunu anlamıyordu. Bu işe tezinden bir çare
bulmalıydı. Annesi bu halini görünce:
— Salih yine düşünüyorsun? İki satır bir şey yaz. Seni bir daha rahatsız
etmesin!
— Kolay kolay rahat bırakacağa benzemiyor.
Salih, yeni gelen şiirli mektubu okuduktan sonra bir mektup yazmaya karar verdi.
Ne yazıp da bu belayı başından savmalıydı? İyisin dese, peşini bırakmazdı.
Kötüsün dese uygun olmazdı. Bu düşünceyle yazmaya başladı.
“Sayın Sevim Hanım,
İslâmiyet’in iyi bilinmediği bir çevrede, kültür emperyalizminin en etkili
olduğu bir zamanda, ustaca körpe beyinlerin yıkandığı bir çağda, başta kavak
yellerinin estiği bir yaş döneminde, Allahü teâlâya inanmanız ve inandığınızı
imkân nispetinde yaşamaya çalışmanız takdire şayandır.
Bugün hemen bütün romanlarda mutlu bir evlilik için âşık olmayı adeta şart
koşuyorlar. Hâlbuki böyle etki altında kalarak evlenmek çok defa yuvanın
yıkılmasına sebep olmaktadır. Peygamber efendimiz, (Aşırı sevgi, insanı kör
ve sağır eder) buyuruyor.
Atalarımız da, (Aşkın gözü kördür) derler. Bir gamzeye esir olanlar,
evleneceği kimsenin meziyetini dikkate almadan, onunla evlenmek hatasına kurban
olurlar. Tecrübeli bir zat, (Hayatta çok çılgınlıklar yaparım. Yapamayacağım
tek şey, aşk için evlenmektir) diyor.
Erkekle kadının birbirine olan sevgisine, aşk demek doğru değildir. Aşk yüce
bir mefhumdur. Basit sevgilere aşk dememeli. Mecazî olarak sevenlere, âşık
denmektedir. Böyle âşıklara, aşk hakkında ahlâk dersi verilmez. Fazilet dersini,
böyle bir sevgiye düşenlerden öğrenmek gerekir.
Şehvet, sultanları köle; sabır ise, köleleri sultan yapar. Yusuf aleyhisselam
ile Züleyha validemizin durumunu düşünmek gerekir.
Mutlu olmak için gülün yanında diken var diye üzülmemeli, dikenler içinde gül
var diye sevinmelidir.
Mutluluğun sırrı, sevilen şeyleri yapmakta değil, yapmaya mecbur olunan şeyleri
sevmektedir.
Sevgi belirtilince, seveni rezil eder. Gizlenince de, seveni perişan eder. Âşık
olup, aşkını, iffetini, namusunu saklayıp ölenler şehit olur. Bu bakımdan, Allah
rızası için sevmek ve bu sevgiyi saklamak büyük nimettir.
Benim sizinle bir alakam yoktur. Boşuna bana mektup yazmayın! Sizin için dünya
ve ahiret saadeti dilerim.”
* * *
Salih sabah fakülteye gelince, Ömer’le karşılaştı. Ömer:
— N’aber birkaç gündür okula gelmiyorsun, dedi.
— Evet, biraz rahatsızdım da...
— Sıhhi bir rahatsızlık mı, yoksa fikrî bir rahatsızlık mı?
— Fazla kurcalama! Annem, (Seni evlendirelim) diyor.
— Sen ne dedin?
— Gerekçesini öğrenince uygun gördüm.
— Gerekçesi ne!
— Uzun zamandan beri söylüyordu. Ben de okulu bitireyim de ondan sonra
diyordum. Şimdi ikna oldum; ama uygun birini bulamıyoruz.
— Bizim Erenköy’de var mıdır bilmiyorum. Anneme bir söyleyeyim!
Ömer, Salih’i iki üç yıldır tanıyordu. Sapık yoldan dönmesine, daha doğrusu
hidayetine sebep olduğu için ve gerçekten ideal bir genç olduğu için çok
seviyordu. Salih’ten uzak kalmayı hiç istemiyordu; hatta Erenköy’den Fatih’e
taşınmak bile istiyordu; ama Erenköy’deki ev kendilerinin olduğu için kirayla ev
tutmak uygun olmuyordu. Salih’i görünce neşesi artıyor, kalbi rahatlıyordu. Kötü
arkadaşın zararını bildiği için, Salih onun için bulunmaz bir nimetti. Bilmediği
çok şeyleri öğreniyordu. Salih’ten ayrı kaldığı zaman kendisini bir hüzün
kaplıyordu. Anne ve babasına, (Ders çalışacağız) diyerek ara sıra Salihlerin
evinde kalıyordu. Salih’in ve annesinin intizamlı hayatına ve güzel ahlâklarına
hayran oluyordu. Şimdi bir ümit ışığı parlamıştı. Kız kardeşi Ayşe’yle, Salih’in
evlenmesi mümkündü. Ne yapıp da bunu gerçekleştirmeliydi? Annesini, babasını
nasıl ikna edeceğini düşünerek eve geldi. Annesi, Ayşe’ye yemeği hazırlamasını
söyledi. Ömer’i de içeriye çağırarak bir şeyler konuşmak istediğini söyledi.
— Hayrola anne dedi, Ömer.
— Hayır evlâdım. Komşumuz Şenol var ya...
— Evet...
— Öğleyin annesi bize geldi. Şenol için Ayşe’yi istedi.
— Sen ne dedin?
— Babası var, abisi var, dedim.
— İyi demişsin anne. Şenol, kardeşime lâyık değildir. Ayşe’nin dengi olamaz.
Fâsık birisi saliha bir kızın dengi olamaz. Şenol’u tanırız. Namaz kılmaz, kumar
oynar. Hiç bir yönden uygun değildir. Bir daha gelirlerse, (Abisi kesinlikle
istemiyor) de! İstersen daha küçük diye bahane bul! Ne dersen de, ümitlerini
kessinler!
— Zaten babana da söyledim. O da uygun bulmadı. Ayşe’ye hiç duyurmadık.
— İyi etmişsin anne.
— Bu akşam da Mürüvvet Hanım geleceğini söyledi. Artık şüphelenmeye başladım.
Acaba o da oğlu için mi geliyor ki?
— Anne ağzını hayra aç!
— Hayır değil mi evlâdım? Mürüvvetin oğlundan iyisini mi bulacağız? Namazını
kılar. Terbiyelidir.
— Anne sen bilmezsin onu. Mürüvvet Hanımın oğlu Cengiz, Şenol’dan daha
kötüdür. Şenol’un ne solculuğu var, ne Müslümanlığı. Hidayete kavuşması daha
kolaydır; ama Cengiz, çok sapıktır. Böyle birisinin hakiki Müslüman olması çok
zordur. Böyle birisiyle Ayşe’nin evlenmesi intihardır. Kardeşimin onunla
evlenmesine asla razı olamam.
— Oğlum zaten isteyen yok. Ben biraz şüphelendim de öyle söyledim. Şenol’a
vermeyeceğiz, Cengiz’e vermeyeceğiz de kime vereceğiz? Kızımız evde mi kalacak?
— Anne kızımız daha yeni on altı yaşına girdi. Aceleye ne lüzum var. İnşallah
uygun birisini buluruz.
— Ya baban peki derse ne diyeceksin?
— Sakın babama duyurma! Şayet bu akşam onun için gelirlerse, ümit verici
konuşma! Kimseye vermiyoruz. Kızımız daha küçük de! Bir şeyler de! Kov gitsin!
Sen kovmazsan bana haber ver! Ben kovarım.
Akşam yemeğinden sonra Ömer, bir arkadaşına gitti. Babası da kahveye gitti.
Mürüvvet Hanım, küçük kızıyla geldi. Ayşe’yi istemeye gelmişlerdi. Ömer’in
korktuğu başına gelmişti; ama annesi kuvvetli muhalefetini düşünerek,
dünürcüleri eli boş çevirdi. Başkalarının da geldiğini ama vermediklerini,
vermeyeceklerini kesin olarak bildirdi.
Ömer, gece eve gelince annesine hemen sordu:
— Anne ne oldu?
— Evet, düşündüğümüz gibi Ayşe’yi istemeye gelmişler.
— Hemen kovdun mu anne?
— Kovmadım ya evlâdım. Ümit bırakmayacak şekilde cevap verdim.
— İyi etmişsin anne.
— Oğlum iyi ettik ama şimdi ne yapacağız? (Kız istenince at beslenince
vermelidir) diye bir söz vardır. Kızın nasibi açılmıştı. Hayırlı işte acele
etmek gerekir. Bir iki kişi istedikten sonra kızın nasibi kapanabilir.
— Anne kızını isteyen uygun birisi var.
— Kimmiş? Böyle birisi var da bugüne kadar niye söylemedin?
— Sırası şimdi geldiği için söylemedim. Saliha teyzenin oğlu istiyor.
— Sahi mi?
— Anne Salih’i sen de iyi bilirsin. Bize gelir gider. İki yıldır arkadaşız.
Ondan iyisine bugüne kadar rastlamadım. Salih bana hafiften çıtlatınca nasıl
sevindim bir bilsen.
— Daha önce niye söylemedin? Dünürcülere kızımızı verdiğimizi söylerdik.
— Demek zamanı şimdiymiş anne... Şimdilik Ayşe’ye söyleme! Saliha teyze
istemeye geldikten sonra söylersin. Babama da söyleme!