Ayşe geleli bir hafta olmuştu. Anne ve babasının elini öpmeye gidecekti.
Telefon edip akşam yemeğe geleceklerini bildirdiler. Saliha Hanım:
— Kızım, dedi. Akşama annenlere gideceksin. Hediye olarak ne götüreceksin?
— Anne hediyeye ne gerek var? Yabancı yere gitmiyoruz ki...
— Kime olursa olsun, bir yere gidilirken hediye götürmek iyi olur.
Atalarımız, (Dostlara hediyesiz gitmek, değirmene buğdaysız gitmeğe benzer)
demişlerdir. Hadis-i şerifte ise, (Hediyeleşin ki birbirinizi sevesiniz)
buyurulmuştur. Dağdan gelenin heybesine bakarlar. Hediyenin kıymetli olması şart
değildir. Çam sakızı çoban armağanı bir şey de götürsen olur.
— Evde uygun bir şey göremiyorum.
— Ben şimdi gidip bir şeyler alıp geleyim!
Saliha Hanım, dışarı çıktıktan bir süre sonra, genç bir kadın kapıyı çaldı. Ayşe
bulaşık yıkıyordu. Sıvalı kollarıyla kapıya gitti.
— Kim o?
— Saliha teyze ile görüşecektim de.
Ayşe, gelenin kadın olduğunu anlayınca kapıyı açtı.
— Buyurun efendim! Hanımannem şimdi çıktı. Birazdan gelir.
— Saliha teyze yokken girmek uygun olur mu? Onunla görüşecektim. Gelininiz
hayırlı olsun diyecektim.
Gelen kadın, evi gözetlemiş. Saliha Hanımın gitmesini beklemişti. Gelini yalnız
bulup biraz kaynanasından dedikodu edecekti; ama Ayşe’nin Hanımannem demesinden
endişeye düştü. Kaynanası iyi olmasa Hanımannem demezdi. Her şeye rağmen yine
bir sondaj yapmalıydı. Dedi ki:
— Biraz rengin soluk, hasta mısın yoksa?
— Hayır, bir şeyim yok.
— Bana öyle geldi de. Ben hasta olup yattığım zaman kaynanam gelir. (Kalk
bakalım. Az hastalığı aş bastırır, çok hastalığı iş bastırır) diyerek beni
yatırmaz. Hiç hasta halinden anlamaz. Acaba dedim, hasta olduğu halde iş mi
yapıyor diye düşündüm. Acaba kaynanan da sana karışıyor mu diyecektim?
— Benim kaynanam yok. Hanımannem vardır. Anne kızıyla nasılsa, biz de öyleyiz;
hatta Hanımannem, öz annemden daha iyidir.
Kadın daha fazla bir şey söyleyemedi. Saliha Hanım gelebilir diye düşünüp,
adını da söylemeden çekip gitti.
Çok geçmeden de Saliha Hanım geldi. Elinde birkaç paket vardı. Mendil, çorap,
havlu ve elbiselik almıştı. Bir de badem ezmesi almıştı. Hepsini uygun şekilde
paket yaptılar. Hazır vaziyette Salih’i bekliyorlardı.
İkindiye doğru Salih geldi.
— Anne, dedi. Biraz erken gidelim. Yemekten sonra geliriz.
Annesi uygun gördü. İkindi namazını kılıp Salihle Ayşe, Erenköy’e hareket
ettiler. Pencereden Saliha Hanımın oğlu ile gelininin paketlerle bir yere
gittiğini gören karşı apartmandaki bir kadın, hemen Saliha Hanımın yanına
damladı.
— Saliha Hanım, gelininiz hayırlı olsun! Gelininizin odasına bakmak istiyorum.
— Teşekkür ederim komşu; ama ben kendim bile gelinin odasına girmedim.
Gelinin odası bizce mahrem sayılır. Oraya oğlumdan başka kimse girmez.
— Canım şöyle eşyalarına bir bakayım dedim. İntizamlı mı, değil mi?
— Hanım, gelinin intizamlı olup olmadığı bizi ilgilendirmez. İyiyse de
kendine, kötüyse de kendine.
— Bizim gelin çok pasaklı da. Bak falancanın evine git, ne intizamlı
diyecektim. Gelin söylemeden hiç bir işi yapmıyor. Sizin gelin iyidir inşallah.
Saliha Hanım, kadının maksadını anlamıştı. Gelin hakkında dedikodu yapmak,
Saliha Hanımın ağzını aramak istiyordu. Yarası varsa dokunmak istiyordu. Saliha
Hanım sözü uzatmadan kısaca cevap verip kadını susturmalıydı. Dedi ki:
— Bizim evde gelin kaynana yok. Anne kız vardır. Ben kızımdan çok memnunum.
Sonra kızımın bir kusuru olsa, arkasından söylememiz gıybettir, haramdır. Büyük
günahtır.
— Ben gelinime pasaklı demekle günah mı işledim yani?
— Elbette, çok büyük günah işledin. Allah onu da, bizi de affetsin! Tevbe
edelim de, bir daha hiç kimsenin aleyhinde konuşmayalım!
— Ben gelinimin yüzüne karşı da söylerim.
— Yüzüne karşı söylediğin zaman memnun mu oluyor, yoksa üzülüyor mu?
— Bana ne, üzülürse üzülsün!
— Bir kimsenin beğenmediği bir sözü, ister yüzüne karşı olsun, ister
arkasından olsun söylemek günahtır. Yüzüne karşı söyleyince kalbi kırılır. Kalb
kırmak Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür. Arkasından konuşmak ise, ölü eti yemek
gibidir, büyük günahtır.
Kimseyi çekiştirmeden gelen komşularımın başımın üstünde yeri vardır. Onu bunu
çekiştirenler, kendilerini günaha soktukları gibi, beni de günaha sokuyor ve ben
de çok günah işliyorum; ama tevbe ettim. Allahü teâlâ tevbeleri kabul eder.
Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Günahlarımıza tevbe edelim!
Estağfirullah diyelim! Bir ayağımız mezarda. Ahirete iyi amel götüremiyoruz. Hiç
değilse günah götürmeyelim. Götürürsek de az götürelim.
Gelen kadın sustu. Süt dökmüş kediye döndü. Söyleyecek bir şey bulamadı. Hemen
Saliha Hanım kalkıp kadına bir şerbet ikram etti.
— Buyurun vişne şurubudur.
— Saliha Hanım niye zahmet ettin?
— Misafire ikram, Allahü teâlâya ikramdır. Sen kapıdan gelirken bir melek,
(Ey hane halkı size müjde olsun! Allahü teâlânın selâmı var. Filan kimse sana
misafir geliyor) demiştir. Bir misafir kırk günlük bereket getirir. Misafir
kabul etmeyende hayır yoktur. Misafir gelen evin bereketi çok olur.
— Bunları nereden öğrendin?
— Bizde güzel kitaplar var. Gelirsen her zaman beraber okuruz. İnsan,
âlimlerin, evliyanın hayatını okuyunca çok etki ediyor. Hiç kötülük yapmak
istemiyor. Güzel ahlâklı olmaya çalışıyor.
Kadın memnun şekilde ayrılırken Saliha Hanım, (Güle güle gidin, yine buyurun)
dedi. Kadın biraz sevinçli, biraz da mahcup şekilde ayrıldı. Bu eve, bir daha
dedikoduya gelemezdi. Eğer gerçekten bir şeyler öğrenmek istiyorsa, Saliha
Hanımın kapısı açıktı.
Gelinin babasının evine gittiğini duyan, gören kadınlar, fırsatı değerlendirmek,
gelinin dedikodusunu yapmak için gelmişlerse de, Saliha Hanım, hepsinin elini
boş olarak ve biraz da nasihat çekerek yolluyordu. Gelip gidenler, (Ne biçim
kaynana, gelinine toz kondurmuyor) diyorlardı.
Erenköy’de yemekler yenip erkekler yatsı namazı için camiye gidince, hemen
annesi Ayşe’yi yanına oturtup geçimini sordu. Kaynanasıyla arasının iyi olup
olmadığını sordu. Ayşe şikâyetçi bir tavırla:
— Anne, dedi. Doğrusunu istersen Hanımannemden şikâyetçiyim, beni hep
utandırıyor.
Ayşe’nin annesi iyice meraklanmıştı. Hem kaynanam demiyor, (Hanımannem) diyor.
Hem de kendisini utandırdığını söylüyor.
— Kızım nasıl utandırıyor? Bağırıp çağırıyor mu? Kocanın yanında,
kusurlarını mı sayıyor?
Ayşe gülerek cevap verdi:
— Anne, bir işin başına varsam. Hemen, (Sen daha misafirsin) diyor. Sabah
benden önce kalkıyor. Evi süpürüyor. Kahvaltıyı hazırlıyor. Bulaşıkları bile
bana yıkatmıyor. Sen olsan utanmaz mısın?
Annesi şöyle bir oh çektikten sonra, memnuniyetini bildirdi:
— Çok sevindim. Ben şimdi çaresine bakarım.
Hemen telefonu aldı. Saliha Hanımı aradı.
— Buyurun ben Saliha!
— Ben de Ayşe’nin annesiyim. Kızım akşam eve yemeğe gelince sizden şikâyet
etti. (Artık kocamın evine gitmek istemiyorum. Beni oraya gönderme! Çünkü
kocamın anası beni çok mahcup ediyor) dedi.
— Hayrola nasıl mahcup ediyormuşum?
— Orasını siz bilirsiniz. Bir haftalık geline yaptığınız reva mı?
Saliha Hanım iyice şaşırmıştı. Suçunu öğrenmek istiyordu:
— Suçum neymiş? Öğreneyim de bir daha yapmayayım!
— Biz, kızımızı oraya hizmet etmesi için gönderdik. Siz, kızımızın hizmetine
mani oluyormuşsunuz. Zavallı, evde suçlu gibi duruyormuş. Bugünden tezi yok,
bütün işleri kızım yapmalı.
— Hay Allah, beni korkuttunuz. Ben de acaba ne suç işledim diye merak
ediyordum. Özür dilerim. Bir daha onu memnun edecek şekilde hareket ederim!
— Saliha Hanım, şaka yaptım. Kızım sizden çok memnun; ama artık misafirliği
kalmadı. Lütfen işlere yardım etsin!
Ayşe de telefonu dinliyordu. Annesinin sözlerinden utandı. Saliha Hanıma bir
şeyler söyleyecekti, vazgeçti. Annesi memnuniyetini bildirip teşekkür ederek
ayrıldı. Namazdan çıktıktan sonra gitmek için hazırlandılar. Annesinin isteği
üzerine Ömer, biraz hediye alıp Ayşe’nin çantasına koydular. Sevinerek evlerine
geldiler.
Sabah Salih okula gittikten sonra, Saliha Hanım eskisi gibi evin işlerini
yapmaya başladı. Ayşe yanına gelince dedi ki:
— Kızım, sen bu evde misafir değilsen bile acemisisin. Hangi eşyanın nerede
olduğunu bilmezsin. Yemeğe tuz koyacak olsan iki saat tuz ararsın. Bıçak lazım
olsa bıçak ararsın. Gel ben sana her şeyin nerede olduğunu göstereyim! Bak,
çatal kaşık burada. Tuz biber şurada. Bir çivi çakman gerekebilir. Çiviler ve
çekiç şuradadır.
Saliha Hanım, süpürgeye varıncaya kadar her eşyanın teker teker yerini
gösterdi. Kendisi çok intizamlı idi. Gelinin de öyle intizamlı olmasını
istiyordu.
— Bak kızım! Aldığın şeyi yerine koymazsan, evde eşya aramakla başın döner. Bu
evin prensibi böyledir. Her eşya alındıktan sonra yerine konur. Kendi odanı da
böyle yap! Oğlanın pijamasını devamlı bir yere koy! Gömlekleri, atletleri belli
bir yerde dursun. Çorabınızı, mendilinizi, hâsılı bütün eşyanızı belli bir yere
koyup oradan almalısınız. Bir gün başka yere koyarsan bulunamaz. Ben oğlumu bu
intizamlığa alıştırdım diyebilirim. Tıraş makinesinin yeri bellidir. Kravatını,
ceketini her gün belli bir yere asar. Bugün şu askıya, öbür gün başka bir askıya
asmaz. Ara sıra imtihan ederim. (Aynanı ver bakalım) derim. Hiç ceplerini
karıştırmadan verir. Tarağı, misvakı, para cüzdanı daima belli yerdedir. Meselâ
çakısı, bugün sağ cepte ise diğer bir gün sol cebine koymaz. Eğer bunlara riayet
etmezsen, kendin rahatsız, huzursuz olursun. Ben tecrübelerimi sana bildirdim.
Çamaşır yıkayacak olsan, deterjanın yerini biliyor musun?
Ayşe biraz düşündükten sonra:
— Alışacağız anne dedi.
— Kızım işleri şimdilik tamamen sana bırakırsam şaşırabilirsin. Şimdilik
yine ben yapmaya çalışayım. Sen bana yardım et! Sen öğrendikten sonra da, ben
sana yardım etmeye çalışırım.
— Nasıl istersen anne!
— Annene şikâyet yok tabii.
— Utandırıyorsun anne!
— Kızım, ben evde bulanmadığım zamanlar eve komşular gelebilir. Sana
kaynananla iyi geçinip geçinmediğini sorarlar. Maksatları senin derdine çare
bulmak değildir. Senden duyacağı birkaç söz yanına birkaç daha ekleyip sağda
solda anlatmaktır. Ev hâli, oğlum veya ben seni üzebiliriz. Derdini ona buna
anlatmakta fayda yoktur. Kötü bile olsan, soranlara iyiyiz diye cevap ver.