Saliha, görümceden kurtulmuştu. Bu arada, eve bir gelin daha gelmişti.
Saliha, işleri yeni gelen gelinle yapacağı için, rahatlayacağını düşünüyordu.
Kaynanası daha çok mu yaşayacaktı? Bilemiyordu. Ne olursa olsun, sıkıntılara
metanetle sabretmesini becerebiliyordu. Elektriği söndürmeyi başkası unutsa bile,
Saliha kendi üzerine alıyor, (Bir daha unutmam anne) diyordu.
Komşular, kaynananın geçimsizliğini biliyorlardı. Bir gün, bu komşulardan biri
gelerek, Saliha’nın yarasını deşmek istedi. Kendi kaynanasının geçimsizliklerini
anlattı. Ağzının payını verdiğini bildirdi. Saliha, bu kadına dedi ki:
— Sizin kaynananız kötü olabilir. Ama benimki kötü değildir. Ben bu eve kavga
etmeye, kaynanamın ağzının payını vermeye gelmedim. Büyüklerime hürmetim çoktur.
Ben kaynanamı severim. O ne söylerse, benim iyiliğim için söyler.
— Yoo, kızım yanlış anladın beni. Ben kendi kaynanamın huysuzluğunu söylemek
istiyordum.
— Sizin kaynananızın huysuzluğu beni ne ilgilendirir? Hem gıybet ediyorsun.
— Ne münasebet, ben olanları söylüyorum.
— Zaten olanları söylemek gıybettir. Olmayanı söylemek ise iftiradır. Gıybet de
iftira da büyük günahtır.
* * *
Yeni gelen gelin, yani Saliha’nın eltisi Pakize, hiç uysal görünmüyordu.
Kaynanasının verdiği işleri istemeyerek, mırın kırın ederek yapıyordu.
Saliha, birlikte görülmesi gereken işleri bile, tek başına kalkıp yapıyordu. Evi
o süpürüyor, bulaşıkları o yıkıyor, yemeği o pişiriyordu. Kaynana, bu durum
karşısında iki gelinini çağırarak dedi ki:
— İşlerimiz müşterektir. Mesela bulaşık mı yıkanacak, bir gün Saliha, bir gün
Pakize.
Saliha hemen atıldı:
— Peki anne, dedi. Bugün ben başlayayım.
Her gün o başlıyordu. Nedense hiç Pakize’ye sıra gelmiyordu. Kaynana bu işten
hiç memnun değildi. Pakize’yi çağırdı:
— Kızım şu işi yap, dedi.
Pakize sert karşılık verdi:
— Yapacağım işi senden öğrenecek değilim.
— Kendi işini kendin yap kızım. Sen bu eve niçin geldin?
— Kaynanama hizmetçi olmak için gelmedim.
Saliha, hemen atıldı:
— Anne ben yaparım. Tartışmaya gerek yok.
Görülmesi gereken işleri gördü. Kaynanası olmadığı bir zaman, Pakize’ye bir abla
nasihati vermek istedi.
— Kardeşim, bak, dedi. Bugün az kalsın kaynananla kavga ediyordun.
— Ederim n’olacak? Gerekirse dayak da atarım.
— Geçimsizlik her kişinin kârıdır. İyi geçinmek, er kişinin kârıdır. Kimse
bize geçimsiz demesin! O bizim annemiz, bize ne söylese haklıdır. Bizim
iyiliğimiz için söyler.
— O benim annem değil, kaynanam.
— İyilik istiyorsan, anne diyeceksin, onu anne bileceksin.
— Anne falan bilmem. Kendimi onun kölesi yapmam. Sonra sana ne oluyor? Benim
işime karışma! Sen de bu evde iş yapmayacaksın. Anne dediğin karı yapsın işleri.
Eğer bir iş yapmaya kalk, eşek sudan gelinceye kadar sana dayak atarım.
Saliha’dan biraz daha iri vücutlu olduğu için onu haklayacağını zannediyordu.
Saliha, oradan ayrılıp, iş yapmaya koyulunca, Pakize arkadan iki tekme vurup,
Saliha’nın saçını çekmeye başladı. Saliha, Pakize’nin midesine bir yumruk vurdu.
Pakize âdeta nakavt olmuştu. Sesi soluğu kesilmişti. Pakize ayılınca, Saliha
dedi ki:
— Pakize seni affettim. Sakın bir daha böyle bir şey yapayım deme! Seni
doğduğuna pişman ederim.
Pakize, gücü yetmeyeceğini iyice anlamıştı. Ama mağlubiyetini hazmedemiyordu.
Bir fırsatını bulsa, başına taş atacaktı.
İki gelinin kavgası üzerine evleri ayırmaya karar vermişlerdi. Tam bu sırada,
Saliha’nın kocası, İstanbul-Ankara yolunda geçirdiği bir trafik kazasında öldü.
Saliha genç yaşında, hamile olarak dul kaldı. Kocasından kendine düşen bir evde,
yalnız olarak yaşamaya başladı. Dikiş dikerek geçimini sağlamaya çalışıyordu.
Sonra, Saliha’nın bir oğlu dünyaya geldi. Adını Salih koydular. Salih, ölen
babasının adıydı. Annesi Salih’e çok itina göstererek bakıyordu. Mümkün mertebe
çocuğuna abdestsiz süt vermiyordu. Hep besmele ile süt veriyordu. Besmeleyle
yatırıyor, besmeleyle kaldırıyordu. Biricik çocuğuna helâl süt vermek için çok
gayret gösteriyordu.
Pakize ise dövüşerek, çekişerek, kaynanasıyla geçinip gidiyorlardı. Pakize,
kendisi gibi olan gelinlerle, kaynanalarını çekiştirip duruyorlardı.
Kaynanasından şikâyet ediyordu:
— Kaynanam üç yıldan beri bizde oturuyor. Tahammülüm kalmadı.
Komşu gelin tavsiyede bulundu:
— Kendisine söyle, evi terk etsin!
— Nasıl söyleyebilirim, ev kaynanamın.
Komşu kadın:
— Eltim, kaynanamın kaza geçirdiğini söyledi. Ben de ne oldu diye sordum.
Duvardaki saat az daha başına düşüyormuş. Eltime, (O saati ben bilirim her
zaman geç kalır) dedim.
Diğer kadınlar gülüşmeye başladılar. Pakize dedi ki:
— Pastacıların gelini, kaynanasını o kadar çok seviyormuş ki, bileziklerini
satmış. Kaynanasına hac parası olarak vermiş.
Helvacıların gelini söze karıştı:
— Siz işin iç yüzünü bilmiyorsunuz. Kaynanası devamlı, (Kâbe’yi görmeden
Allah canımı almasın) diyormuş. Gelin de, kaynanasının duası kabul olursa, diye
bileziklerini hediye etmiş. Ümit dünyası!
Pakize anlamıştı:
— Demek kaynanasının ölmesi için bileziklerini vermiş öyle mi?
Tekrar gülüşmeler duyuldu.
Pakize konuşmaya başladı:
— Zülfiye ablanın sütçü beygiri, kaynanasını teperek öldürmüş. Ama kadıncağızın
cenazesine epey gelin gitmiş. Sebebi ne olabilir ki?
Helvacıların gelini söze karıştı:
— Ben biliyorum. Zülfiye ablayı kandırıp beygiri satın almak istedikleri için
gelmişler. Onların ki de ümit dünyası işte!
Yine gülüşmeler duyuldu.
Pakize yine konuşmaya başladı:
— Kaynanamın yüzünden kocamla kavga ettim. Annemin yanına dönmekle onu tehdit
ettim.
Helvacıların gelini söz aldı:
— Nasıl, ayaklarına kapanmadı mı?
— Ne gezer, çıkarıp bilet paramı verdi.
Helvacıların gelini söze başladı:
— Bugün çok üzüntülüyüm.
— Hayrola neyin var?
— Kaynanam benimle bir hafta konuşmayacağına karar verdi.
— İyi ya, sevinmen lazımken niye üzülüyorsun?
— Bugün konuşma müddetinin son günü de ondan.
Pakize söze karıştı:
— Kaynanam doktora gitti. Dili yaraymış da.
— Doktor ne demiş?
— Dilin paslanmış demiş. Kaynanam da, (İki gündür gelinimle kavga etmiyorum,
ondan mı oldu acaba?) demiş.
Yine gülüşmeler...
Helvacıların kızı, anlatmaya başladı:
— Kaynanam ağır hastaydı. Bir bayan doktora götürdüm. Doktor hanım, (Hastanız
ağır) dedi. (Aman doktor hanım, hastamızı kendi kaynananız gibi tedavi
etmenizi rica ediyorum) dedim. Doktor hanım gülmeye başladı. Tedavinin fayda
vermeyeceğini söyledi. Ama çok geçmeden turp gibi iyi oldu. Öldürmeyen Allah
öldürmüyor.
Pakize anlatmaya başladı:
— Geçen gün bizim üçüncü elti, kaynanamı dövüyordu. Kocam bana, niye müdahale
etmediğimi sordu. Ben de, (Eltimin yardıma ihtiyacı yoktu. Evire çevire
dövüyordu) dedim. Bizimki bana darıldı.
[Dinimizde uğursuzluk olmadığı halde, bilhassa kadınlar, çeşitli şeylerde
uğursuzluk ararlar.] Pakize’nin de o anda gözü seğirdi.
— Acaba dedi, fena bir haber mi alacağım?
— Kötüye yorma, belki kaynananın ölüm haberini alırsın, dediler.
— Allah saklasın?
— Ne o kaynananı çok mu seviyorsun?
— Sevdiğimden değil, sevincimden yüreğime iner diye korkuyorum.
Helvacıların gelininin yüzünde duman lekeleri vardı.
Sebebini sordular. Dedi ki:
— Kaynanam bir aydır bizde misafirdi. Yolcu ettim de, ondan oldu.
— Kaynananın yolcu edilmesiyle, siyah is lekelerinin ne ilgisi vardır?
— Kaynanam trene binince lokomotife sarılıp dakikalarca öptüm de ondan…
Pakize, tekrar söz aldı:
— Geçen gün, kitap okuyordum. Önce kaynanam geldi. Elinde süpürge, evi süpürmeye
başladı. Ardından kocam geldi. (Anne, bu işler gençlerin işidir, sen yaşlısın,
ver de ben süpüreyim) dedi. Annesi, (Aman oğlum, sen hem şirkette çalış, hem
de eve gelince dinlenme, hiç olur mu?) diyerek, bana laf duyurmaya
çalışıyorlardı. Öfkelenerek, (Çok uzattın kaynana. Bir gün sen süpürürsün, bir
gün de oğlun süpürür. Olur biter. Fazla konuşmayın okuduğumu şaşırıyorum) diye
cevap verdim.
Helvacıların kızı, Pakize’ye dedi ki:
— Sen her zaman lokantanın önündeki köpeğe ekmek veriyorsun. Sebebi nedir?
— Geçen sene kaynanamı ısırmıştı da... Şu dünyada kaynana derdi çekmemiş gelin
var mı acaba?
— Elbette var. Havva validemiz.
Tam bu sırada, kapının zili çalındı. Gelen Pakize’nin kaynanası idi.
Kaynanalarının aleyhindeki konuşmayı kestiler. Hoş geldin dediler. Sonra da
şöyle sordular:
— Teyze, kızının geçimi nasıl? Küçük oğlunu da evlendirmişsin. Onun durumu
nasıl?
Pakize’nin kaynanası anlatmaya başladı.
— Kızım, iyi bir kocaya düştü. Kocası, kahvaltısına varıncaya kadar bütün
hizmetlerini görüyor. Küçük oğlumun şansı iyi çıkmadı. Küçük gelinim, hiç bir
işle meşgul olmuyor. Bütün işleri oğlum yapıyor.
Çok geçmeden dağıldılar.