Ömer, sabah olunca okula düşünceli şekilde gitti. Salih’e ne söyleyecekti.
(Kız kardeşimle evlen) demek kolay değildi. Düşündü taşındı. Bir karara
varamadı. Salih’le karşılaştı. Salih:
— Ne oldu Ömer dedi.
— Ne olacak iyilik.
— Annene söyledin mi, uygun bir kız var mıymış?
— Annemle konuştum. Uygun bir kız varmış; ama bizim Ayşe’yi fasık birisiyle
sapık birisi istemiş. Kesinlikle vermeyin dedim. Annem, (Kızı isteyince
vermek gerekir) diyerek diretince, Ayşe’yi Saliha teyzenin oğlunun
istediğini söyledim. Nasıl suç işlemiş miyim?
Salih utancından kızardı. Bir şey söyleyemedi. Ömer devam etti:
— Kız kardeşim olduğu için söylemiyorum. Kızcağızı ne idiği bilinmeyen kimselere
vermek istemiyorum. Eğer peki dersen beni çok memnun edersin. Annemle konuştum.
Saliha teyze gelecek dedim. Anneni bu akşamdan tezi yok, hemen getirmen iyi olur.
— Peki getireyim!
Salih, erkenden eve geldi. Ömer’in söylediklerini anlattı. Annesi de uygun buldu.
Buna rağmen istihare yapılmasını, çünkü istiharenin sünnet olduğunu söyledi.
Salih de bugün gidilmesinin, yine de istihare yapılmasının iyi olacağını
bildirdi. Akşam namazını kılıp çıktılar. Ömerlerin evine gelince uygun
karşıladılar. Saliha Hanım, kadınlarla ayrı bir odaya çekildiler. Salih ve
Ömer’le ayrı bir odada konuşmaya başladılar. Saliha Hanım, geliş sebebini
anlattı. Ömer’in annesi olumlu cevap verdi.
Saliha Hanım, yolumuz uzak diyerek izin istedi ve oğluyla birlikte evden
çıktılar. Salihler gittikten biraz sonra da Ömer’in babası geldi. Ömer söylemeye
hazırlanırken, annesi, Saliha Hanımın, Ayşe’yi istemeye geldiklerini söyledi.
Ömer’in babası:
— Ne cevap verdiniz?
— Babası bilir dedik.
— Gerçekten kızımız çok küçük; ama Salih gibi bir genç bir daha ele geçmez.
Fırsatı değerlendirmek gerekir. Gerçi kızın çeyizi falan daha hazır değilse de,
uygun birini bulunca kaçırmamak gerekir.
Ömer, Salih’in eve gelmiş olacağını düşünerek, yarım saat kadar daha
bekledikten sonra telefonla aradı.
— Alo, kiminle görüşüyorum?
Salih Ömer’in sesini anladı.
— Ömer, biliyorsun, telefonda ilkönce kendini tanıtmak gerekir değil mi?
— Biliyordum ama heyecandan unuttum.
— Hayrola ne heyecanı?
— Siz gittikten biraz sonra babam geldi. Annem sizin geldiğinizi söyledi.
Babam hiç tereddüt etmeden peki dedi. Yarını bekleyemeden telefon ettim. Haydi,
iyi geceler!
— İyi geceler Ömer.
Salih, hemen gusledip istihareye yattı.
Komşu olduğu için Şenol’un annesi, Ayşelerin evine gelince, Ayşe’nin annesi,
Ayşe’nin Ömer’in arkadaşıyla sözlendiğini, yakında nişanlarının olacağını haber
verdi. Şenol’un annesi bu sözü duyunca sanki beyninden vurulmuşa döndü. Nasıl
gelip gittiklerini sordu. Bir şeyler araştırdı. (Hayırlı olsun) diyerek
gitti.
Şenol’un annesi Kezban Hanım, Salihlerin evinin adresini öğrenip ta Fatih’e
geldi. Salih’lerin evinin kapısını çaldı. Saliha Hanım çıktı. Kezban Hanım,
Ayşelerin komşusu olduğunu ve hayırlı olsun demeye geldiğini söyledi. Saliha
Hanım, içeri buyur etti. Kezban Hanım söze başladı:
— Oğlunuzun çok iyi olduğunu duydum. Allah bağışlasın! Ayşe de komşumuzdur.
Kendisi yok, Allahı var. Çok iyi kızdır. Siz de görmüşsünüzdür. Ancak zayıftı,
veremlidir. Hasta olmasa hani hiç diyecek yoktur. Terbiyeli kızdır. Kaç doktora
götürdülerse çaresini bulamadılar. Ben doğrusunu söyleyeyim de günah benden
gitsin! Kararı vermek size düşer.
Saliha Hanım, gerçekte de Ayşe’yi biraz zayıf görmüştü. Hastalıklı olması
mümkündü. Ciddî bir hastalığı varsa, haydi annesi söylemez; ama Ömer niçin
Salih’e söylemedi? Saliha Hanım, kadına yumuşak cevap verdi:
— İlginize çok teşekkür ederim. Ta Erenköy‘den zahmet edip buralara kadar
gelmişsiniz.
— Kardeşim, insanlık gereği bu. Kim gelmez. Elin öksüz çocuğunun başını
yakmak istemedim.
— Bir de biz doktora götürürüz. Doktor iyi olmaz derse, vazgeçeriz.
— Çok doktora götürdüler. Hiç birisi çaresini bulamadı. Fuzuli masraf
etmenize ne gerek var? Götürülecek doktor olsaydı, hiç götürmezler miydi Ne
güzel kızdı! Yazık oldu.Az kalsın bizim Şenol’un başını da yakmak istiyorlardı.
Annesi geldi. Ağzımı aradı. Hiç razı olur muyum? Bile bile elin veremlisini alır
mıyım biricik oğluma?
Kezban Hanım, nereden duyduysa, Ömer’in kız kardeşini Salih’e teklif
ettiğini duymuştu. Yahut tahmin etmişti. Derin derin soluyarak konuşmaya devam
etti:
— Hiç hastalıklı olmasa gül gibi kızını bize teklif eder mi? Çocukcağız daha on
altı yaşına yeni girdi. Evde mi kaldı da koca aramaya başladı? Hastalıklı olmasa
bu kadar acele eder mi? Bilmiyorum ya belki de size de kendisi teklif etmiştir.
Yahut abisi vasıtasıyla dünür gelinmesini istetmiştir.
Saliha Hanım, (Abisi vasıtasıyla istetmiştir) sözünü duyunca yüreği cız etti.
Öyle ya, hastalıklı olmasa niye istetmeye gerek görecekti? Kadına şöyle cevap
verdi:
— Bize kendileri teklif etmedi. Kızı istemeye biz gittik.
— Hemen he dediler, değil mi?
— Yok, hemen razı olmadılar. Babası bilir dediler.
— Bilemediniz mi canım? O da işin numarası. Şüphelenmeyiniz diye öyle
demiştir. Ben onları hiç bilmez miyim? Kaç yıllık komşumdur.
Saliha Hanımın içine bir kurt düşmüştü, ama kadına ne oluyordu? Ta oradan
buraya niçin gelmişti? Ona teşekkür ederek uğurladı.
Salih bir hafta boyunca hep güzel rüyalar görmüştü. Ayşe’yi beyaz gelinliğiyle
yeşil bir taksiyle, yeşil bahçe içindeki yeşil bir eve getirmişti. Aynı rüyayı
Ayşe de görmüştü. Yeşil ve beyaz görmek hayra alâmetti. Siyah ve kırmızı görmek
şerre alâmetti. İstihare hayırla sonuçlanmıştı. Salih eve gelince, annesi,
Kezban Hanımın konuşmalarını anlattı. Salih, hiç önem vermedi.
— Anne, o kadın, oğlu Şenol için Ayşe’yi istemeye gelmiş. Ömerler de razı
olmamış. İşte o zaman Ömer, bana, bir an önce kızın nişanlanmasını istedi. İki
yıldır evlerine gidip geliyorum. Hasta olsa hiç duymaz mıyım? Biraz zayıf yapılı
o kadar. Ömer’i iyi tanıyorum. En ufak bir kusuru olsa bana söylemez mi? O kadın
oğluma vermediler diye kininden, garazından iftira etmiştir. Düşünmeye değmez.
Ömer de zayıf yapılı değil mi?
Saliha Hanım, biraz rahatlamıştı. Bu akşam oğlanla kızı sünnet üzere
göstereceklerdi. Kendisi de iyice bakmayı düşünüyordu: Yine akşam namazından
sonra gittiler. Kapının zilini çaldılar. Çıkan olmadı. Bir daha çaldılar yine
ses yok. Hâlbuki haberli gelmişlerdi. Niye kapıyı açmıyorlardı? Saliha Hanımı
bir tereddüt kaplamıştı. Salih:
— Anne, dedi, dört rekât namaz kılıncaya kadar beklemek gerekir. O zaman bir
daha çalarız. Çıkan olmazsa gideriz. Biraz bekledikten sonra kapı hafifçe
aralandı. Hemen Salih, kendini tanıttı. Ömer, Salih’i misafir odasına aldı.
Saliha Hanım da kadınların bulunduğu odaya gitti. Ömer, kapıyı açmaya geç
kaldığı için özür beyan etti. Yatsı namazını cemaatle kıldıklarını söyledi. Onun
için kapıyı açamadıklarını bildirdi.
Annesi Salih’e kızı iyice anlatmıştı. Görmeye gerek yoktu. Zaten Salih de iki
yıldır gelip gidiyor. Ayşe’nin çocukluğunu bile tanıyordu; ama sünneti ihmal
etmemek için bir defa daha görmek gerekirdi. Ayşe kahve tepsisiyle içeri girdi.
Heyecanlanıyor, elleri titriyordu. Halının ucuna ayağı takılarak kahveler
döküldü. Ayşe iyice utandı. Kıpkırmızı kesildi. Hemen Ömer, kardeşini teselli
etmeye çalıştı:
— Ayşe böyle şeyler olur. Üzülecek bir şey yok. Yeniden yapıp getirirsin!
Aslında ne Salih ne de Ömer kahveyi severdi. Âdet olduğu için kızla oğlanın
birbirini görmeleri için bir vesile idi. Maksat hâsıl olmuştu.
Gönül ne kahve ister, ne de kahvehane.
Gönül dostu arzular, çay kahve bahane.
Kahveler tekrar gelip içildi. Artık birbirlerini iyice görmüşlerdi. Bir an önce
nişanın yapılmasını istiyorlardı. Saliha Hanım Ayşe’ye bu sefer daha iyi baktı.
Bir hastalık geçirip geçirmediğini sordu. Önemli bir hastalık geçirmediğini
söylediler. Haftaya nişan yapılmak üzere karara vardılar.